Bu Blogda Ara

24 Mart 2022 Perşembe

WILHELM REICH VE YAŞAM ENERJİSİ ORGONOMİ

 





İÇİNDEKİLER

  1. Giriş
  2. Biyonlar
  3. T Basilleri
  4. Biyolojik(Dirimsel) Güç
  5. Tek Hücreli Canlıların Doğal Örgütlenmeleri
  6. Sapa Biyonların Üretilmesi
  7. Orgon Akümülatörleri
  8. Biyolojik Enerji Alanının Varlığı Ve Ölçülmesi
  9. Dirimsel Hastalık Süreci(Biyopati)
  10. Vejetoterapi Ve Orgon Terapi
  11. Kanserli Körelmenin Biyopatik Yanı Ve Bir Kanser Hastasının Ayrıntılı sağaltımsal Öyküsü
  12. Kanserli Hücre
  13. Orgonomi Ve Sağlık
  14. Kanserin Sağaltımı Ve İyileştirme Denemeleri
  15. Sağaltım Öyküleri
  16. Ek Fotoğraflar
  17. Kaynaklar

 

ORGONOMİ,

” Wilhelm Reich’in(19871957) “”

Ruh çözümlemesi, tıp, biyoloji, fizik, biyofizik, astronomi,meteoroloji ve sosyoloji alanlarında doğal evrensel yasalardan yola çıkarak enerji işlevciliğini temel alıp yapmış olduğu bilimsel çalışmalarını bütünsel bir bağlam içerisinde birbirine bağlayan bilim dalına verilen genel addır. Bu inceleme ORGONOMİ nin kanser hastalığının oluşum sürecine bakış açısını, tanı ve tedavi yöntemlerini ele almak amacıyla hazırlanmıştır.

Kanser hastalığına ve urun oluşumu nedenine bakışı açısı, geleneksel görüşten ve diğer kanser teorilerinkinden tamamen farklı olduğu için, onkoloji literatürü yerindeki önemi büyüktür. Her şeyden önce,kanserli ur veya kanser hücresi, adı verilen kavram, vücuda düşman veya yabancı hücreler değillerdir. Vücudun kendi kendisini savunmasının bir sonucudurlar. Kanserli hücreler, geleneksel kanser bilimin yanlış tanımladığı gibi bir anda oluşmazlar.

Kanserin oluşmasının temelinde vücudun genel yozlaşması ve körelmesi yatar. Kanser hastalarında, vücudun genel güçlülüğü ve enerji düzeyi oldukça indirgenmiştir.

Hastalığın oluşum sürecinde Reich’in bulup ortaya çıkarttığı ve T basilleri adını verdiği, 0,2-0,5 mikron boyutlarında düşük enerji düzeyli yapılar etkin bir rol oynarlar. T basilleri sağlıklı dokular üzerinde, yıkıcı bir etki göstererek Reich’in biyon (PA kabarcıkları) adını verdiği enerji keseciklerine ayrışmalarına neden olurlar.

Biyonlar, enerji bakımından T basillerinden üstün ve onlara karşıt bir işleve sahiptir. Üzerlerinde öldürücü bir etkide bulunurlar. Kanser hücreleri, bu biyon yığınlarından adım adım değişime uğrayarak gelişirler. Kanserli bir hastanın başta kan hücreleri olmak üzere, bedensel dokuları çok çabuk bir ayrışma ve T basili oluşturma potansiyeli içerisindedirler.

Şu basit görüngü (örnek) kanserli urun temel oluşumunu anlamamızda bize yardım eder: sağlıklı bir farenin dalağı çıkarılıp alındığında kansızlık görülür, fakat ur oluşturmuş bir farenin, dalağı çıkarılıp alındında ise sağlıklı fareler kadar daha ileri bir kansızlık görülmez.

Bütün canlı dokuların parçalanıp, ayrışması ve çürümesi sonucu uzun bir süreç içerisinde kendiliklerinden oluşurlar. Kanser hastalarının kan ve dokularından çok kısa bir süre içerisinde T basili elde edilebilir. Aksine sağlıklı bir kişinin dokularından T basili elde edebilmek için çok daha uzun bir yozlaşma sürecinden geçirilmeleri gerekir. Ancak, sağlıklı dokuların uzun süreç içerisinde yozlaştırılmaları ya da kanserli bir kişinin dokularından direk izole edilen T basillerinin sağlıklı bir kişiye ya da bir fareye enjekte edilmeleri de ur ve kanser oluşumu doğurur.

Reich, Viyana Üniversitesinde Tıp öğrenimi görmüştü. Freud’un bilinçaltını bulmasıyla kurduğu psikanalizi daha da geliştirdi. Geleneksel psikanalizin kullandığı serbest çağrışım yöntemini reddetti. “Kişilik Çözümlemesi” adını verdiği tekniği geliştirdi. Freud’un bilinçaltı adını verdiği olgunun kronik kas kasılmalarda yattığını bulguladı.

Kronik kas kasılmalarının gevşetildiği vakit, bilinçaltındaki anıların, serbest çağrışım yöntemine göre daha etkin bir şekilde ortaya çıktığını buldu. Kronik kas kasılmaları, kişinin biyo-enerjetik potansiyelini kısıtlamaktaydı. Bu bozukluğun tedavisinde kullanılan bir yöntem olan“ Vejetoterapi ”yi geliştirdi. Derin ve olabildiğince hızlı nefes alındığı ve vücut enerjisi yükseltildiği vakit,otonom sinir sistemine bağlı olarak gergin kaslar, yükselen enerjinin etkisiyle sıkışmakta ve ardından yerini titremeli kasılmalarla enerjik boşalmaya ve gevşemeye bırakmaktaydı. Akıl ve ruh hastalarında ise hemen her zaman cinsel bozuklar vardı.

Doğal ölçütlere göre işleyemeyen cinsel işlev, enerjik kaynağını değiştirmekte, topluma aykırı ikinci elden güdülere yöneltmekte ve birçok akıl ve ruh hastalığının da kaynağını oluşturmaktaydı. Ruhsal düzlemdeki kişilik direnmelerine ve bunun bedensel düzlemdeki imlemi olan kas kasılmalarına “zırh” adını verdi. Zırh, cinsel gerilimi doğal ölçütlere göre işleyen yükselişi esnasında inhibisyona uğratmakta ve yarıda kesmekteydi. Cinsel işlev esnasında meydana gelen enerjik boşalmaların yerini ise hiçbir bedensel hareket veya spor tutamamaktadır. Geleneksel görüş, cinsel sağlığı sadece, üreme organlarındaki tohumların vücut dışına atılabilmesi olarak görüyordu. Fakat Reich, bunun böyle olmadığını, tüm bedendeki enerjetik imlemine odaklanılması gerektiği söyledi. CİNSEL İŞLEVİN TEK AMACI ÜREME DEĞİL, BEDENSEL ENERJİ BOŞALIMININ DA SAĞLANMASIYDI.

Daha sonraki araştırmalarında bu bozukluğun, kanser de dahil olmak üzere kalp-damar hastalıklarından bağışıklık sistemi hastalıklarına kadar birçok hastalığın kaynağını oluşturduğunu bulguladı. Bu tür kökenli hastalıkların tedavisinde kullanılan etkin bir araç olan
orgon akümülatörleri ”ni geliştirdi.
Vücudun biyo-enerjetik ritminin düzenli işleyişinin aksaması iki yolla meydana gelmektedir. Bunlardan birincisi çevresel nedenlerle zırh oluşumudur: uzun süreli herhangi bir istenmeyen davranışa maruz kalmak ya da kısa süreli şiddetli bir travma bunu tetikleyebilir. İkincisi ise, cinsel işlevin doğrudan aksaması ile oluşan süreğen gerginliktir.

BU DA ARTAN GERGİNLİKLE İLE ZIRH OLUŞUMUNU TETİKLEMEKTEDİR. Biyo-enerjetik işlevin uzun yılları kapsayan süreç içerisinde aksaması, sempatik ve parasempatik sistemler arasındaki bozukluğun ardından, kişinin sahip olduğu enerji potansiyelini kısıtlamakta ve düşürmektedir. Üç şekilde meydana gelmektedir: kronik kas kasılmaları doğrudan fiziksel dış solunumun hareketini engelleyerek solunum kapasitesini düşürebilir. İkinci olarak ise kasılmanın meydana geldiği kasta ve buna bağlı olarak komşu doku ve organlarda iç solunuma engel olur.

Üçüncü durum ise şu şekilde gerçekleşir:cinsel işlev gerilimin en üst seviyesinde, kan ile dokular arasındaki bağlantısı en yüksek seviyededir. Kas zırhı aracılığıyla bu yükseliş, yarıda kesilir ve sağlıklı bir insanda maksimum kapasite ile işleyen kan ile dokuları arasındaki madde ve enerji bağı, bu kişiler arasında kurulamaz.

Enerji seviyesinin yılları kapsayan bir süreç içerisinde düşmesi ise, vücutta kan başta olmak üzere tüm dokuların yavaş yavaş yozlaşmasına ve ayrışmasına yol açar. Ancak bu süreç gelene kadar kişi gerek ruhsal gerek akılsal ve fizyolojik olarak zorlu bir dönemden, çeşitli hastalıklar silsilesinden geçer.

Eğer beden bu hastalıklar silsilesi içerisinden geçerken bir şekilde can vermezse, sonunda gelip çatacağı son, kanser hastalığıdır. Kanserli ur bedende, kronik kas kasılmalarının olduğu zırhlı bölge civarında ortaya çıkmaktadır. Zırh oluşumu ise, kişilik alanındaki zırh ile özdeş içerikli olduğu için, Reich, kanserin temelinde yatan genel bozukluk sürecini, başka bir anlamıyla,“kişiliksel boyun eğme” olarak da nitelendirmiştir.Dokuların doğal solunumunun, enerji kapasitesinin ve doğal ritminin engellenmesi açısından bakıldığında ise, bu tür eksiklikleri doğurabilen herhangi bir başka etkenin veya bir kimyasal maddenin dokularla etkileşmesi de kanser hastalığına ve ur oluşumuna neden olabilir.

Kimyasal madde herhangi bir genetik kodun değiştirilmesiyle değil, dokuların doğal solunum ve işlevine ket vurması ve sonunda T basillerinin oluşumunu tetiklemesi aracılığı ile kanser hastalığına sebep olur. Ama hangi yoldan olursa olsun, T basilleri oluşumu kanser hastalığı sürecinde etkin bir evredir.Sağlıklı farelere T basilleri aşılanması ve kanser oluşturulması denemelerine dayanarak, kanser hastalığı süreci beş ayrı evrede tanımlanmıştır: ilk evrede fareye enjekte edilen T basilleri dokuları ve hücreleri keseciklerine ayrıştırmaktadır. Bunun ardından kesecikli yapılar değişim içerisine girmekte ve normal yangılı(iltihaplı) bir süreç belirmektedir. Vücut karşılaştığı tehlikeyle baş edemez ise, yangılı evrenin ardından, kesecikli yapılar olgunlaşma aşamasına geçmekte, iğ ve balyoz biçiminde hücrelere dönüşerek süreğen bir çoğalma süreci başlamaktadır. Dördüncü evre, yani olgunluk evresinde, iğ biçimindeki oluşumlar, amibimsi bir yapı ve devimin özelliği kazanmaktadırlar. Son evrede ise vücut artık ölümün ve ayrışmanın eşiğine gelmiştir. Oluşan kanserli hücre ve urlar, ayrışarak içerdikleri T basillerine ve diğer kokuşturucu bakterilere ayrıştırarak, vücudu kurtarılması zor bir ölüme sürüklemektedirler. Bu evre ise bir iki hafta gibi kısa bir süre içerisinde gerçekleşmektedir.

Bugün ABD’de Reich’in geliştirdiği tüm bu konular üzerinde Amerikan Orgonomi Fakültesi(1968 ‘den bu yana),Orgonomik Bilim Enstitüsü(1982’den bu yana) ve Kuzey Kaliforniya Orgonomik Enstitüsü(2002’den bu yana) eğitimler ve kurslar vermektedir. Almanya’da Wilhelm Reich Enstitüsü(1987’den bu yana), Enerjik Tıp Enstitüsü, Uluslararası Wilhelm Reich Orgon Enstitüsü, İtaya’da Avrupa İşlevsel Psikoterapi Okulu, İtalyan Reichian Analiz Okulu, İspanya’da İspanyol Reichian TerapiOkulu, Klinik Orgonomi Merkezi ve Orgon Reichian Klinik Merkezi bulunmaktadır. Arjantin’de bu alanda“Los Orgones” terapi merkezi mevcuttur. Gene ABD’de Orgon Biyofizik Araştırma Laboratuarı Orgonomiye dayalı biyofizik, biyoloji, fizik, meteoroloji ve arkeoloji çalışmalarını sürdürmektedir. Bunların dışında birçok ülkede bireysel bazlı araştırmacılar da mevcuttur.



  1. BİYONLAR


Biyonlar, diğer bir adıyla PA kabarcıkları (güçlü enerji dizgeli) orgonomiye göre canlı varlıkların oluşumunda ve organizasyonlarda temel bir süreç olan, enerji, inorganik ve organik maddelerin örgütlenmesiyle veya var olan hücrelerin ayrışmasıyla ortaya çıkan, mavi renkte gözlenebilen (boyamak-sızın, aydınlık alan mikroskobunda), tıpkı bir kalp gibi ritimsel olarak atabilen, uzayıp kasılabilen, genişleyip darala bilen ve titreşebilen etrafı bir zarla çevrili enerji ve sirküleri olarak tanımlanabilirler.

Biyonlar bölüne bilmekte, kültüre edilebilmekte, diğer biyonlarla birleşe bilmekte, birlikte bir eş güdüm sağlayarak bir tek hücreli canlı ya da mikro organizmaya dönüşebilmektedir.

Reich 1948 yılında yayınlanan “Cancer Biopaty” isimli, yaklaşık bir on yılı kapsayan çalışmalarını anlattığı kitabında, bu gözlemleri 5000 kez büyütebilen bir Reichert Z mikroskop ile yaptığını belirtmiş ve kanser biliminin en büyük yanılgılarından birinin çok nadir olarak 1000’lik büyütmenin üzerine çıkılmasında ve hücrelerin canlı olarak incelenmemesinde yattığını dile getirmiş ve savunmuştur.

Onu, 1930’lu yılların ikinci yarısında yaptığı “bion”araştırmaları ve elde ettiği bulgular, biyon araştırmalarının bir alt dalı olan “Kanser” araştırmalarına itmişti

  1. T BASİLLERİ

Deneyler, T basilleri dışardan kontaminasyon ile gelmediklerini, canlı hücrelerin enerji seviyelerinin düşüp ayrışıp, parçalanmaları ile oluştuklarını göstermiştir. Ayrıca şu olgular da fazla beklemeye gerek kalmaksızın gözlenebilmektedir.İlginçtir:
Kansere yakalanmış kişilerin kanı, kanserli dokular, kanser öncesi hücre ve dokular, yozlaşmış kan vs. bunlar mikroptan arıtılmış ve kaynamış et veya kemik suyu içerisine atılınca kolayca T basilleri üretilebilmiştir. Kısacası canlı hücrelerin ayrışmaları sonucu iki tür biyon açığa çıkmaktadır:
Bunlar büyük,güçlü ve mavi renkteki PA kabarcıkları ile düşük enerji düzeyli, siyah, sivri uçlu ve ufak boyuttaki T basilleridir.Elde ettiğimiz büyük enerji kabarcıkları (ki bunlar PA kabarcıklarıdır) ister bizim gerek demir tozundan, gerek kömürden, gerekse topraktan veya taze hücre ve dokuların ayrışmasıyla oluşsunlar, T basilleri üzerinde,mikroskop altında şu olgular kolayca gözlenebilmektedir:

T basilleri PA kabarcıklarının yakınındayken, ilk önce fırıl ,fırıl dönmeye başladıklarını, bir anlamda tedirgin olduklarını, sonra giderek hareketsizleşip, tamamen devinimlerinin durduklarını saptarız.
Ve yavaş ,yavaş hareketsiz kara T basillerinin mavi enerji kabarcıklarının çevresinde toplanmaya başladıklarını görürüz.Mavi ve büyük PA kabarcıkları, yani biyonlar, küçük ve sivri uçlu siyah T basilleri üzerinde yıkıcı ve öldürücü etkide bulunmaktadırlar.

Serum içerisinde bizim bildiğimiz anlamda Hiçbir akyuvar, yani bağışıklık sisteminde görev alan bir hücre yoktur. Ne B hücreleri, ne de T hücreleri ne de bir makrofaj . Peki bu T basilleri nasıl etkisiz hale getirilebilmişlerdir dersiniz? Serumda, T basilleri doğal olarak PA kabarcıkların oluşumunu tetiklemişlerdir.

T basilleri, küçük, siyah renkte, çok düşük enerji düzeyindedirler. Belli seviyede bir fareye enjekte edilmeleri 24 saat içerisinde onları öldürür. PA kabarcıkları ise büyük mavi renkte ve yüksek enerji düzeynde yapılardır.

Daha da ileride T basillerinin, sağlıklı dokulara aşılanmaları ile, onları biyonlara(PA kabarcıklarına)ayrışmaya iteleyerek PA kabarcıklarının oluşumunu tetiklemelerinden söz edeceğiz. Daha da modern terimiyle söylersek, hücreyi ve dokuları apoptoza uğrattıklarından bahsedeceğiz. T basillerinin etkisiyle PA kabarcıklarının, ileri aşamada kümelenerek hücre benzeri(hücremsi, tam olarak bir hücre olmayan) yapılar oluşturduklarını, daha da sonraki evrim aşamasında bunların nasıl kanser hücrelerine ve ura dönüştüklerini aşama aşama anlatacağız.

  1. BİYOLOJİK (DİRİMSEL) GÜÇ

Orgonomy’ye göre dirimsel(işlevsel) gücü onun ne yapısı belirler ne de kimyasal bileşimi. Yapısal ve kimyasal özellikler ise dirimsel işlevlerdeki işleyiş şeklinin ve güçlülüğün sadece bir belirtisi ve sonucudurlar. Mesela iki farklı dirimsel güçte iki kişinin kanını ele alalım:

Bu iki kişinin kanından alınmış örnekleri aynı yıkıcı etkenlerle yüz yüze getirelim. Kanlarından birkaç damlayı, yarım saat kaynatılmış et suyuyla potasyum klorür karışımı bir eriyik içerisinde, 15 librelik basınç altında 120 C ısıtarak mikroptan arıtalım. Mikroskopla bakıldığında, iki ayrı örnek ayrı sonuçlar verir. Kişilerden birinin mikroptan arıtılmış kanık koyu mavi kocaman enerji kabarcıklarına ayrışmıştır. Öbürün kanındaysa, mavi kabarcıklar yoktur, yalnız kara T kesecikleri göze çarpar. (Kaynak: W. Reich, “Cancer Biopaty”, 1948)

Mavi kabarcıklara ayrışan kişinin kanı “B Tepkisi” göstermiştir. Buna yaşama tepksi de diyebiliriz.Diğer kişinin kanı ise kolayca düşük enerji düzeyinde bulunan ve daha önceki deneylerimizde hücre ve dokuların ayrışması, yozlaşması, ve enerji seviyelerinin düşmesi sonucu oluştuklarını belirttiğimiz kara T basillerine dönüşmüştür. Buna ise “T Tepkisi” , yani ölüm tepkisi denir.

Test sonucunda yalnız kabarcık veya T basili oluşmayabilir, ikisinin çeşitli oranlarda karışımı da olabilir, ve ayrışma ve dayanabilme zamanları da dikkate alınarak yapılan bu tip deneylerle yüzdesel oranlar üzerinden ifade edilirler. (%90, %80, %10 T tepkisi veya %50 B tepkisi gibi.) T tepkisi ne kadar büyükse kişinin kansere yatkınlığı o kadar fazladır.Kanser uru ortaya çıkmadan ve tanısı konmadan çok önceleri(çok yıllar önceleri) bu kişiler yüksek oranlarda “T tepkisi” verdikleri gözlenmiştir.

Ya da tıbben kanser tanısı konmayıp da çok yüksek T tepkisi veren kişiler daha dikkatli incelemeye alındığında, zaten kanser geliştirmiş oldukları gözlenmiştir.Kanser hastalarında bu oran çok veya en yüksektir. Günümüzde dahi kanserin tanısı ancak kanserli hücre yahut ur ortaya çıktıktan sonra konulabilmektedir. 1940’lar da bu tür tekniklerle tanılar konulabilmiştir. Daha ilerde kanser hastalığının doğal bir ölüm süreci olduğunu göreceğiz. Dirimsel gücü diğer özelliklerinden nasıl tanıyabiliriz: Zayıf ise eğer, mikroskopta yüksek büyütmede(2000 ve daha üstü, aydınlık alan mikroskobu) hücre kabarcıklı bir yapı gösterir. İçeri doğru büzüşmüş ve veya girintili çıkıntılı yapı oluşturmuşlardır. Bu özellik alyuvarlarda özellikle çok iyi gözlenir.

Eğer dirimsel güç çok daha düşükse ve kronikleşmişse hücre T basili oluşumu geliştirir. Dikkatli bakıldığında zayıf alyuvarların etrafında solgun bir mavi ışık çemberi vardır. Sağlıklı kişilerde ise koyu mavi ve geniş bir ışık çemberi gözlenir.

Özetlersek, alyuvarların bir stress faktörü karşısında(mesela belli konsantrasyondaki tuzlu su içerisinde) verdikleri tepki, sağlıklı kişi ve hayvanlarda, iri, koyu mavi PA kabarcıklarının oluşumuyla sonuçlanmaktadır. Sağlıksız zayıf kişilerde ise, kenarları girintili çıkıntılı, normal morfolojileri bozulmuş ve zarları körelmiş bir hal almaktadır. Bu sağlıksız şekle T çomakçığı adı da verilmektedir. Eğer dirimsel açıdan zayıflık çok daha fazla ilerlemişse, yapıları tamamen dağılmakta, yerlerini T basillerine bırakmaktadırlar.Reich, kansere yatkınlığın ölçülmesinde, kişinin kan ve dokular açısından yozlaşmasında,gücünü(direncini) kaybetmesi ve dirimsel-bedensel sağlığın derecesinin ölçülmesi ve belirlenmesinde bir kriter olarak aşağıdaki yöntemlerini geliştirmiştir:

Test 1

Üretme Deneyi Testi: Herhangi bir kişinin veya bir hayvanın kanından alınan kan örneği bakteri üretmeye yarayan et suyunda ya da %50 et suyu ve %50 0,1 N’lik KCI çözeltisi karışımına atılır. Kanser iyice gelişmişse eriyikte T basillerinin hızla arttıkları görülür.

Test 2

Dirimsel Direnç/Güç Testi: Kan örneği 15 libre/saniye koşulu altında et suyu KCI karışımı içerisinde mikroptan arıtılır. Kanserli bir kişinin kanı ayrışarak T basili üretir, sağlıklı kişinin kanıysa büyük biyon parçalarına ayrışır. Kişi daha da sağlıklıysa biyonları ayrışma süreci uzar ve hücre bütünsel yapısını koruyarak daha uzun sürede dayanır. Sağaltım başında çabucak parçalanarak T tepkisi veren hastalar,sağaltım ilerledikçe biyonal parçalanma süreçlerine dönüşür ve zamana karşı dayanma güçleri artar.

Test 3

Sodyum Klorür Eriyiğinde Ayrışma Testi: %0,9’luk NaCI içerisinde sağlıklı bir kişinin kanı 20-30 dakikakadar zarları büzüşmeden dayanır ve bu süre içerisinde biyonlara ayrışma görülmez. Dirimsel açıdan güçsüz kişinin kanı, mesela bir kanserlinin kanıysa 1-3 dakika içinde ayrışır. Daha da ilerlemiş bir durumda alyuvarlarda T biçiminde çomakçıkların oluşumu, hücre zarlarının büzüşmesi gözlenir.

Test 4

Mavi Dirimsel Enerji Çemberi:Renk-kıran 2000-3000 kez büyüten bir mercekle bakıldığında sağlıklı alyuvarların çevresinde koyu mavimsi-yeşil bir ışık çemberi vardır. Alyuvarlarında ayrışma eğilimi gözlenen bir kişinin veya hayvanın alyuvarlarının çevresinde ise olgun bir mavi ışık çemberi gözlenir.Dirimsel gücün düşük enerji düzeyli canlıcıklar üzerindeki etkisine dayanarak şimdilik şu olguya da değinmekte fayda var:Büyük enerji dizgeleri küçük enerji dizgelerini yutarlar veya işlevlerini etkisiz hale getirirler. Bu mikroskop altında gözlenebilen ve daha önce bahsettiğimiz bir olgudur.

Gerek Demir ve kömür kökenli biyonlar, gerekse de sağlıklı dokuların ayrışması yoluyla veya diğer yöntemlerle elde edilen biyonlar olsunlar, kendinden küçük ve düşük enerjili olan sistemlerini etkisiz hale getirmektedirler. Dirimsel güçleri yerindeyse T basilleri üzerinde yaptıkları etkiyi, bakteriler ve tek hücreli diğer mikroorganizmalar üzerinde de yapmaktadırlar: hareketsiz hale getirmekte, çevrelerinde toplamakta veya koşullar uygunsa yutabilmektedir.

Daha sonra anlatacağımız konular, deneyler ve açıklamaların iyi anlaşılabilmesi için bu noktanın iyi kavranması gerekmektedir. Alyuvarlar ile toprak kökenli veya kömür kökenli biyonlar arasında kaynaşma, yani iç içe geçme, bir birinin arasında girme veya bütünleşme görülmez. Ancak alyuvarlar yapay veya bir yolla biyonlarına ayrışmışlarsa birbirlerinin içine girerek kaynaşabilirler.

Kaynaşma, iç içe geçme veya birleşme gibi bir görüngünün meydana gelmesi için iki yapının da biyon veya biyonlara ayrışmış olması gerekmektedir. İçlerinden bir tanesi biyonal bir yapıda ise, diğerini ya baskılamakta, öldürmekte, yok etmekte(T basilleri, çürüme bakterileri veya amipler gibi) ya da enerji aktarımında bulunarak diğerini güçlendirmektedir(alyuvarlar gibi).

Son olarak da ORGON AKÜMÜLATÖRLERİNİN içerisine koyulan canlı yapılar üzerindeki etkilerine kısaca değinelim. İçerisine birlikte konan küçük ve büyük enerjili yapıların, enerji kazanmalarından dolayı,güçlü sistemlerin gelişmesine, zayıf sistemlerin ise yıkımına ve yok edilmesine yol açmaktadır. Benzer bir etkiyle akümülatör içerisinde yetiştirilen bir bitkinin, dış ortamda yetiştirilen bir bitkiden daha fazla ve etkin bir şekilde büyümesini sağlayabilmektedir. Orgon akümülatörleri konusunu daha sonra ele alacağız. Bu Akümülatörler kanser sağaltımında kullanılmışlardır. Şimdilik bu konuyu ilerde ayrıntılı olarak ele alacağımız için burada üzerinde fazla durmadan geçiyoruz.



  1. TEK HÜCRELİ CANLILARIN DOĞAL ÖRGÜTLENMELERİ

Bir ot parçasını mikroptan arıtılmamış bir bardak suya daldırıldığımız vakit, belli bir süre sonra ortamda tek hücreli canlıların varlığını gözleriz. Oysa aynı deneyi, ilkbaharını süren taze otlarla denersek, tek hücreli canlıların varlığını saptamakta son derece zorlanırız. Sonbaharda toplanmış otlarda ise, tek hücreli canlıcıkların alabildiğin çoğaldıklarını saptamak son derece kolaydır. Peki bu görüngü farklılıklarının kaynağı nereden gelmektedir? Bu sorunun cevabının iyi anlaşılması bizi daha ileriki bölümlerde anlatacağımız, kanserli hücrenin kökeni ve evrimi hakkında aydınlatacak ve kanserin safhalarını anlamamızda bize ışık tutacaktır. Şimdi elimize yüksek büyütmeli, en az 2000’lik büyütme yapabilen bir ışık mikroskobu alıp, ot daldırılmış bir sudaki bazı gözlemleri incelemeye koyulalım:

İki üç gün içinde, otlar mavi enerji kabarcıklarına ayrışmaktadır, tıpkı suyla şişirilen bütün maddeler gibi.Mikroskobu 4000’lik büyütmeye ayarladığımız zaman bile bakterilerin, kın bağlamış canlıların ya da tek hücrelilerin izine rastlayamıyoruz. Ancak otlar ayrışmanın ileri bir aşamasındadır: iki üç gün daha geçince,hücreli, lifli yapısını sürdüren tek bir ot göremeyiz.

Eriyikte birtakım tek hücreliler vardır belki, ama dikkatimizi çeken mavi enerji kabarcıkları dır (biyonlardır). Şurada burada yığınak yapan enerji kabarcıkları( biyonlar ) görürüz, yığınların çevresi ince bir zarla kaplanır. Bu sürecin bütün evrelerini izleyebilirsiniz.

Yer ,yer bir kabarcık yığının içinde, mavi enerji keseciklerinin fırdolayı dönmeye ve titreşmeye başladıklarını fark ederiz.

Kesecikler gerilir veartık gerçekten kın bağlamış hücrelere benzemeye başlarlar. Ama hala karşımızda sıvılıktan kurtulmuş tek hücreli canlılar değil, çıkış noktası mavi enerji kabarcıkları olan biçimlenme halindeki yapılar vardır. Mavi kabarcık yığınlarının boyları ve biçimleri değişiktir. Gerildikçe küre biçimini alırlar.
Gerilme yüklenme işlevinin ilk evresi tamamlanmıştır. Bu küresel yapıyı 2000’in üstünde bir büyütmeyle saatlerce gözleme ve yer değiştirmemesi için mikroskobun camına sıvı ekleme zahmetine girelim. Hızlandırılmış bir çekimle bu oluşumu filme çekebiliriz;böylece çalışmamız kolaylaşır, ama ilginç ayrıntılar gözümüzden kaçar.

Bir mavi kabarcık yığının yürek gibi, küt küt atan bir tekhücreliye dönüşmesi için bir-iki gün sürer. Tek hücreliyi oluşturan tohum-kesecik(mavi kabarcık yığını) saatlerce kıpırtısız durur, ama – hızlandırılmış alıcının açıkça ortaya koyduğu üzere – gerilir, gittikçe çevresinden ayrılır. Derken mavi kabarcık yığının içindeki enerji kesecikleri kıpırdamaya başlar. Şöyle devinimler ayırt edilir: (Kaynak: W. Reich, “Cancer Biopaty”, 1948)

Bu devinimler şu şekildedirler, kısaca özetleyelim: Yuvarlanma: yön değiştiren bir yuvarlanmayla birbirlerine yaklaşıp uzaklaşırlar. Aralarında karşılıklı biriktirme ve çekme vardır sanki. Ekseni çevresinde dönme: enerji keseciklerinin içeriği belli yönde fırıl ,fırıl dönmeye başlar. Enerji keseciklerinin benzeşik gelişmesi: yığın oluştururlar ve bu yığınının içi giderek homojenleşir. Titreşim: enerji keseciklerindeki açılıp kapanma özelliği, yöneldikleri yapılarda da bu özellikler gözlenir: tek hücreliler. İlk başta bu zayıftır, sonra giderek hızlanır. Devam ediyoruz:

Geniş kabarcıklı yapıya sahip tohum-keseciklerin belli bir eksen çevresinde dönme devinimi içerisinde yönünü bulan evrimi genellikle terliksi hayvanların oluşumuyla sonuçlanmaktadır. İçlerindeki mavi kabarcıklar sıvıya dönüşen öbür ilkel hücreler amipler (amoeba limax’ları) oluştururlar. Bunların ana kalıptan ayrılma yolları ilginçtir: terliksiler fırıl ,fırıl dönerek, amiplerse pat diye koparak ayrılmaktadırlar mavi kabarcık(biyon yığınından.

Bedensel boşalma sırasındaki büzülüp yayılmaya benzer devinimlerinden ötürü <<org-tek hücreliler>> adını verdiğim çan hayvanları (vorticelle’ler) gelişmelerini tamamlayana dek ota bağlı kalırlar. Kimileriyse,kuyruklarında biraz mavi kabarcıklı ot taşıyarak ana ottan kopar, suyun içine yüzerler. (Kaynak: W. Reich,“Cancer Biopaty”, 1948)

Orgonomy’in sahip olduğu bu perspektif açısından bazı noktaları özetlemek gerekirse, canlılığın entemel özelliklerinden biri, gerek biyon kabarcıklarında olsun , gerek tek hücrelilerde ve çok hücreli canlılarda, kasılıp gevşeyebilme, büzülüp genişleyebilme vs. şeklinde görülebilen biyolojik atım(ritim)dir.Canlı enerjinin ayırt edilebilmesi ve varlığının anlaşılabilmesi için bu kıstas çok önemlidir. Yerine getirilemeyen dirimsel atım(doğal döngü), o bütünsel yapının varlığını parçalamakta ve enerji ve yapısını farklı şekilde örgütleme yoluna gitmektedir. Kendilerine yeni bir devinim, ritim, başka bir ifadeyle çevresiyle uyum içerisinde yerine getirilebilir enerjik bir boşalım yolu bulan bütünün parçaları, başka bir organizasyon, biyogenez aşamasına girmekte ve farklı canlıcıklar ve örgütlenmeler aşamasına girmektedir.İlerde hastalık kavramını, özellikle de dirimsel hastalık( biopaty ) kavramını ve hastalıkların oluşum sürecini ele aldığımızda bu konuya tekrar döneceğiz.

Reich, PA ve T adlarını verdiği yapıların(keselerin) üremesi olgusuna salt havadaki mikropları içeren üretme eriyiklerinde rastlanmadığı söyler. Bu konunun aydınlatılması daha sonra kanserin oluşumu sorununu anlayabilmek açısından son derece önemlidir. Havadan mikrop kaptırmak amacıyla birçok deney uygulanmıştır. Fakat bunlardan hiçbirisinde PA kabarcıkları veya T cisimcikleri elde etmeyi başaramamıştır.

Deneylerimizden birisi şöyledir: Avucumuzdaki kirleri bir steril bir malayla sıyırıp, bir üretme sıvısına atalım. 24 saat kuluçkada bekledikten sonra sıvı bulanıklaşır, içinde birtakım kabarcıklar belirir. Bunlar birkaç ya da birkaç hafta sonra yok olur. Sıvının dibinde kalın bir çökelti yüzünde ise ince bir zar oluşur. Mikroskoptan bakıldığında siyahımsı renkte küçük, yuvarlak yumurtamsı yumurtacıklar, yılan gibi devinen veya sosis biçimde olan çubukçuklar vardır. Fakat PA türünden amibimsi canlıcıklara ve T basillerine rastlayamayız.Bu sefer avucumuzdaki kirler yerine, normal musluk suyunu üretme ortamına ekleyelim. Mikroskopla yaptığımız gözlem, bize gene aynı canlıcıkların varlığını gösterecektir: yılan gibi devinen çubukçuklar ve yuvarlak açılıp kapanamayan yuvarlak yumurtacıklar. Bir başka deneyi Reich’ten dinleyelim:

Su dolu bir bardağı yarım saat tozlu bir yolun kıyısında bırakalım, sonar getirip üretme eriyiğinin üstüne boşaltalım. Gözle görülemeyecek canlılar oluşabilir, ama her zaman değil. Minicik canlılar ortaya çıkmışsa, birkaç gün ya da haftanın sonunda, bulanmanın yerini sıvının yüzeyinde ince bir zarın, dibindeyse yoğun kesecikli ( biyonlu) bir çökeltinin oluşması alır. Kimi zaman, canlıların üreye bilmesi için, 48, 72 saat beklemek gerekir. Mikroskopla baktığımızda, yine minik yumurtacıklarla ağır ağır yer değiştiren yada yılansı hareketler yapan sosis biçiminde canlılar görürüz. Ama öbür deneylerimizde ürettiklerimize benzer yapılar(amip kümeleriyleT basilleri) bulamayız. (Kaynak: W. Reich, “Cancer Biopaty”, 1948)

  1. SAPA BİYONLARIN ÜRETİLMESİ

Reich, 1936’da havadan mikrop, tohum vs kapmayla ilgili görüş ve teorileri incelemek üzere, mikroptan arıtma denemelerine girişmiştir. Deneylerini steril ortamlarda denemeye başladı, kullanılacak ortamları 120 C’ye dek ısıttı. O zaman, bitkilerin keseciklere ayrılıp çözülmeleri, sadece su içerisinde bekletilerek şişip ayrışmalarından daha eksiksiz olduğunu gördü. Daha sonra kömür ve toprak billurlarını akkor haline getirene kadar ısıtıp besin sıvısına atma çalışmalarına başladı. Böylece taneciklerin emip şişme süreçleri hızlanıyordu.

Ayrıca ısıtma sağlıklı dokuların keseciklere ayrışma sürecini arttırıyordu. Böylece keseciklere ayrışma sürecini gözlemek için haftalarca beklemek gerekmiyordu. Maddeler şişirmek için çoğunlukla potasyum karbonat ve potasyum klorür kullanıyordu.1939’da yardımcılarından birisi yanlış kutuya el atıp deniz kumunu aldı ve akkor haline getirdi. İki gün sonra kaynatılmış potasyum klorür eriyiği karışımında bir üreme baş gösterdi.

Bunu alıp yumurtalı ya da çin yosunlu üretme ortamına aktardılar. Sarı bir ürün ortaya çıktı. Mikroskopla 2000’lik veya 4000’lik bir büyütme de 10-15 mikron çapında 6-10 kesecik(biyon) kümesinden oluştukları görülüyordu.Mikroskop altında çürümeden elde dilen bakteriler, tek hücreliler ve T basilleri üzerinde, hareketsizleştirme, etkisizleştirme, etrafında toplama(çekme) işlevleri açısından etkisi, diğer enerji kabarcıklarının etkisini kat,kat aşmaktaydı. Diğer biyonlar gibi kültüre edilebiliyorlar ve ileri aşamada çeşitli mikroorganizmaların oluşumuyla sonuçlanabiliyorlardı.

Bu kabarcıkların bulunması, daha sonra Reich’i birçok bilimsel buluşa götüren kapının anahtarlarını açacaktı (1939). Bu buluş ve gözlemlerin hepsi, bu yazının sınırlarını aşmaktadır, dolayısıyla başka bir bağlam içerisinde ayrıca ele alınabilir. Burada bu kabarcıkların bulunmasının, sadece kanser sağaltımına olan katkılarını ele alacak ve tartışacağız. Her şeyden önce ise, sadece şuna değinebiliriz. Bu biyonların üretilmesi, Reich’i canlı organizmaların kaynak bulduğu, ayrıca adım ,adım hava kürede ve evrenin her tarafında bulunduğunu söylediği bir enerji türünün, “ ORGON ENERJİSİ ” nin keşfine götürmüştür.

Kanser sağaltımına olan birinci elden katkısı, kanserli farelerin kanına SAPA kabarcıklarının enjekte edilmesiyle şeklinde gerçekleşti. Dolaylı yoldan etkisi ise, hava küredeki “ orgonenerjisi ” nin
“ ORGON AKÜMÜLATÖRÜ ” adını verdiği, organik ve inorganik materyallerin çeşitli şekillerde düzenlenmesiyle oluşturulan ve düzenleniş şekilleri dolayısıyla, atmosferdeki “ORGON” adını verdiği enerji türünü içine absorblamasıyla gerçekleştirildi.
Bu akümülatörlerin iç kısımlarındaki boşlukta enerji topladığı ve biriktirildiğine dair çeşitli göstergeler vardır. Kanser hastaları, akümülatör içine kapatılırlar. İç kısımda biriken enerji ile hastaların bedensel teması (bir başka deyişle hastaların ışınlanmaları, yoğunlaştırılmış doğal ışınımlara maruz bırakılmaları ), onların dolaşım sistemlerini kamçılayıcı ve canlılıklarını tetikleyici yönde bir etkide bulunur.

Bu işlev, kanser hastalarını körelmenin eşiğine getiren genel dirimsel bozukluğun karşıtı bir işlevdir. Şimdi “ orgon akümülatörleri ” nin genel prensiplerini anlatacağız. Daha sonraki bölümlerde ise bu uygulayımın fareler ve insanlar üzerindeki etkilerini ele alacak ve sağaltım çalışmalarından örnekler sunacağız.

 



  1. ORGON AKÜMÜLATÖRLERİ

Reich, hava küredeki “orgon enerjisi”ni toplamak ve biriktirmek için organik maddeler ve metallerden oluşan bir sistem tasarlamıştır. Akümülatörler başta kanser hastalarının tedavisi de olmak üzere çeşitli amaçlarla kullanılmıştır. Günümüzde bazı Avrupa ülkeleri ve ABD gibi çeşitli ülkelerde kullanımı üzerine araştırmalar halen devam etmektedir. Bitkiler üzerine araştırmalara yeni başlanmış ve büyüme ve gelişmelerine ait gözle görülür derecede farklar elde edilmiştir.

“Kanser” hastalığı üzerinde ki etkilerini daha sonra ele almak üzere şimdilik burada çalışma şekli, içinde biriktirdiği enerjinin kanıtları ve dayanakları üzerinde duracağız.

Akümülatörün dış kısmı organik maddeden, iç kısmı ise metalden yapılır. Bu sayede, hiç bir yapay enerji kaynağı kullanmadan iç kısmındaki boşlukta enerji biriktirebilmektedir.
Biriktirilen doğal enerji biriktirme özelliği şuradan gelmektedir: İç kısma giren ışınlar, kutunun içerisine girmekte, içerideki metal yüzeye çarparak ısı enerjisine dönüşmektedir.

Fakat bunun tersi olmamaktadır, çünkü dışarıdaki organik maddeden yapılmış katman, enerjiyi emer, iç katmana yani metale verir. Çünkü organik maddeler enerjiyi emerler. Metal katmandan enerji iletimi iç ve dış katmana gerçekleşmekte, fakat, dış katmandaki organik madde metalden gelen enerjiyi tekrar metale iletmektedir. Organik maddeler iç kısma aktarmaktadır. Bu sayede, çeşitli hava koşullarında, masanın üstünde, toprağın üstünde, toprak altında,toprağa yarı gömülü, karda, kışta, açık havada vs. daima-T farkı saptanmakta ve iç kısımda sıcaklık artmaktadır.

Bu sıcaklık artışı, ısının akümülatör dışından doğrudan gelmesinin bir sonucu değil, iç kısımda yoğunlaşan doğal ışınımların(enerjinin) sadece bir belirtisidir. Farklı hava koşullarında bu fark da değişmekte, 2 ila 8 C arasında, sıcaklık farkına sebep olmaktadır. Açık ve kuru havada bu fark artmaktadır. Kutunun içinde hiçbir enerji kaynağı yoktur:Kutunun içinde ve dışında yapılan sistemli ölçümler, kutunun içindeki elektrik-ölçerin ( elektoskobun ) yükünün ( yani açık yapraklarının ) dışarıdakinden daha yavaş boşaldığını(yaprakların kapandığını)göstermiştir.

Bu kapanma doğal kaçak olarak isimlendirilir. Bu ise bize iç kısımda bir birikim olduğunu göstermektedir.Canlı, akümülatör içerisine kapatılır. Orgon akümülatörü, canlılar üzerinde dolaşım sistemini kamçılayıcı bir etkide bulunur. Kan ile vücut dokuları arasındaki bağlantıyı arttırır. Vücudun iç kısmında yoğunlaşmış olan enerjiyi, vücut yüzeyine taşır. Bedeni canlandırır ve enerji harcama oranını yükseltir. Bu nedenle beden sıcaklığını, dışarıdaki bir kişininkine göre yükseltir.

Akümülatör duvarının organik ve inorganik tabakalardan oluşan katmanları çeşitli hastalıklarda ve değişik enerji düzeyindeki kişiler için değişik şekillerde tasarlanabilir. Yüksek derecede uyarılması gereken kişilerde bu katmanların sayısı arttırılır. En fazla uyarılması gereken kişiler kanser hastalarıdır. Kanser hastalarında bu katman sayısı yapılan çalışmalarda yirmiye dek çıkılabilmiştir. Akümülatörün iç yüzü canlının vücudundan 10-20 cm uzakta olduğu vakit, göstereceği etki zayıflamakta hatta sıfıra düşmektedir. Canlı akümülatör duvarına bu uzaklıktan fazla olmamalı, boyutları o kişi veya canlı için özel olarak tasarlanmalıdır.Biyolojik sinirsel tepkileri canlı kişiler akümülatörün etkisini zayıf olan kişilerden daha çabuk duyumsamaktadır. Birincilerin biyolojik enerji alanı ikincilerden daha geniştir. İkinciler akümülatörün etkisini ancak birkaç ışınlamadan sonra duyumsayabilir hale gelmektedirler. Akümülatör duvarının iç yüzü soğuktur.

Elimizi iç yüzeyden 4 cm uzakta tutarsak, hafif bir karıncalanma ve ısınma hissedilir. Bu akümülatör duvarından gelen ışınların canlı bedeninde yarattığı etkiden kaynaklanmaktadır.Kanser hastalarında kullanımında, diğer hastalardan farklı olarak akümülatör katmanlarının sayısını en fazla arttırılır çünkü, bu şekilde içeriye daha fazla enerji ışınlanması ve birikimi sağlanır.

Çünkü kanserli hastalar, enerji düşüklüğü nedeniyle işlevsel dokusal bozulmalarla karakterizedir ve daha fazla uyarılmaları gerekir. Hastalara akümülatörle uygulanan sağaltım süresinin belirlenmesinde hava koşulları, akümülatör ile dışarısı arasındaki enerji, sıcaklık ve nem farkları büyük önem taşımaktadır.

Akümülatörler sadece bedenin belli bölgelerine uygulamak amacıyla daha küçük boyutlarda da tasarlanabilmektedir. Küçük akümülatörden çıkan bir hortum ve ucunda genişleyen bir huni yardımıyla bedenin çeşitli bölgelerine de tutulabilmektedir(el, ayak, burun, boyun vs.).

Orgon akümülatörünün, insanlar ve hayvanlar dışında, bitkilerin büyüme ve gelişmeleri üzerinde de çeşitli etkilere sahip oldukları görülmüştür. Bu incelemeler şu an için daha çok, tohum çimlenmeleri üzerinedir. Tohumlar, çimlendirilmeye başlanmadan önce, belli bir süre ORGON AKÜMÜLATÖRÜ içerisine alınmaktadır. Bu uygulama, sadece çimlenme süreci ya da tüm süreci kapsayacak şekilde de uygulanabilmektedir. Kontrollü ortamlar altında yapılan deneyler, akümülatörün filizlerin büyüme ve gelişmeleri üzerinde gelişmeyi stimüe edici etkilerde bulunduklarını ortaya koymaktadır.

Orgon akümülatörü içerisinde çimlendirilmiş fasulye tohumları. Aynı koşullarda fakat akümülatör dışında çimlendirilmiş fasulye tohumları karşılaştırma amacıyla yan yana koyulmuş. Akümülatör içerisindeki, çimlenmiş fasulye filizcikleri kontrol grubundakinin yaklaşık iki buçuk katıdır.

  1. BİYOLOJİK ENERJİ ALANININ VARLIĞI VE ÖLÇÜLMESİ

Dirimsel Enerji alanı, canlı organizmaların maddesel yapılarının ötesine taşan, canlıdan kaynaklanan,onu sarıp sarmalayan ve gücü ve biyolojik atımı ile koşut giden bir varoluş etkinliğidir. Biyonlarda, tek hücrelilerde ve çok hücreli organizmalarda mevcuttur. Biyonlarda ki varlığını mikroskop altında, bazı yapıları belirli mesafeden etkileyebilmesi, uyarabilmesi ve hareketsiz hale getirerek yüzeyinde toplayabilmesinden anlayabilmekteyiz(mesela T basilleri ve çürütücü bakteriler gibi). Dirimsel enerji alanı, sağlıklı bir insanla karşılaştırıldığında kanserli hastalarda bir enerji eksikliliği ve buna bağlı olarak bir dirimsel enerji alanı eksikliğini somut bir biçimde ortaya koyar.

Hareketli ve canlı insanlarda, hareketsiz ve soluk yüzlü insanlara oranla daha fazla bir enerji alanının varlığı kolayca saptanabilir.Kanser hastalığı ise, ilerleyen bölümlerde göreceğimiz gibi, uzun süren genel bir biyolojik körelmenin,çürüme ve dokusal ayrışma ile karakterize olan son safhasıdır. Dolayısıyla kanser hastaları, sağlıklı insanlar ve diğer hastalardan hep daha düşük bir enerji alanının varlını ortaya koymaktadırlar. Benzer şekilde canlı bir ot parçası, koparıldıktan sonra beklemiş bir ot parçasından daha fazla bir enerji alanının varlığını ortaya koyar.Organik yöntemlerle yetiştirilen elmanın enerji alanı daha fazladır.


  1. DİRİMSEL HASTALIK SÜRECİ (BİYOPATİ)

Reich, hastalıkları ikiye ayırmıştır: dirimsel hastalıklar ( biopaty ) ve dirimsel olmayan hastalıklar. Dirimsel olmayan hastalıklar, kazalar, yaralanmalar, mikrop kapmalar, enfeksiyon gibi uzun süreli (kronik) durumları kapsamayan, kısa zamanda atlatılan ve vücudun kronik işlevsel bozulmalarından kaynaklanmayan hastalıklardır.

Dirimsel hastalıkların ( biopaty ) temelinde ise canlılığın en temel işlevi ve özelliği olan dirimsel atım, yani biyolojik ritim bozukluğu yatar. Bu özellik, aslında canlı ve cansız tüm maddelerde gözlenebilen bir özelliktir.

Dolayısıyla canlılar aleminde de rastlanır.Bunlar daha önce, yüksel büyütmeli mikroskoplarda gözlediğimiz biyonlarda ki (dirim kabarcıklarında ki), daha sonra tek hücreli organizmalardaki ritimsel olarak gerilip gevşemelerin, açılıp kapanmaların veya büzüşüp genişlemelerin ta kendisidirler. Dirimsel atımlar, kendisini oluşturan yapıların tamamı ile birlikte, bütünsel olarak gerçekleşir ki, tıpkı kalp grafiklerinde gözlediğimiz ritimsel tepe noktalarına ve çukurlarına benzerler.

Bu atımlar, gerçekte canlıyı bir arada tutan, onun bütünlüğü ve gerçek var oluş nedenini oluşturan en temel süreçlerdir. Bir başka deyişle biyolojik ritimler, vücudun veya bir tek hücreli canlının kendisini oluşturan yapıların işbirliği içinde çalışmasını sağlayan, bütün yapı ve parçaların hep birlikte en yüksek enerji düzeyinden en düşük enerji düzeyine yolculuk ettiği, tüm parçaların bir eşgüdüm içerisinde işlediği, temel enerjetik gerilip gevşeme dalgalarıdırlar.

Biyonları mikroskopla gözlediğimizde, biyolojik atımlarının(titreşim ve gerilip gevşemelerinin vs)içlerindeki maviliğin yoğunluğuyla, saçtıkları ışığın parlaklılığıyla, dirimsel(biyolojik) güçlülükleriyle ve kendisinden daha düşük enerji düzeyindeki yapıları, mesela T basillerini etrafında toplayarak hareketsiz hale getirebilme özelliğiyle koşut gittiğini gözleriz. Bu tüm bu saydığımız özellikleri açısından yoğunluk ve güçlülükleri arttıkları vakit kimi kabarcıkların ortadan ikiye bölünerek çoğaldıklarını da gözleriz.

İçlerindeki maviliğin giderek kaybolduğu vakit ise, titreşim ve hareketleri giderek yavaşladığına tanık oluruz. T basillerine ve diğer enerji düzeyi düşük yapılar üzerindeki etkileri de bu süreçle azalır, renkleri solar ve hareketsiz hale gelirler. Onların bu gerileme süreçleri içerisinde ise bölünme yeteneklerinin giderek durduğunu saptarız.Kabarcık düzeyinden, tek hücreliler boyutuna geçtiğimizde de gene biyolojik atım karşımıza çıkar: bir amip, sitoplazmik hareketleriyle bizim tanıdığımız ritmik, periyodik hareketleri daha farklı bir boyutta, başka bir şekilde geçekleştirirler.

Başka bir tek hücreli bunu başka şekillerde hareket ederek gerçekleştirebilir, bir başkası yılanımsı bir devimle atımını dışarı vurur. Benzer şekilde aynı bölünme hareketine, yüksek güçte, doğal işlevlerini yerine getiren ve gerilip gevşeyebilen tek hücreli canlılarda rastlarız. Bu işlevlerini eksiksiz ve en iyi şekilde gerçekleştirebilen tek hücreliler, tüm yapıları ile bütünsel olarak devinerek ikiye veya daha fazla sayıya bölünürler ki bu bölünme süreci, onların enerji bilimsel olarak elde edilen en yüksek gerilim-gevşeme eğrileridir.Gelelim çok hücrelilere, Genişlemeler ve daralmalar, gerilmeler ve gevşemeler, enerji bakımından yapılan iniş ve çıkışlar, gerek organ düzeninde, gerek hücre düzeninde, gerekse bütün organ sistemleri ve tüm beden düzeyinde bir düzenlilik içerisinde ilerler.

Bunun en belirgin biçimini kalpte gözleriz. Kasların hareketinde de, ayrıca fiziksel olarak gözle fark edemeyecek kadar bile olsa her türlü organda değişik periyot ve enerji düzeyinde fiziksel veya enerjik inişler ve çıkışlar mevcuttur. Organlar ve hücreler farklı periyotlarda bu ritmik dalgalanmayı gerçekleştirirler. Fakat sağlıklı ve doğal süreçlere göre işleyen çok hücreli bir canlıda, bütün bu ayrı ayır atımlar ( dalgalanmalar ) orgazm adı verilen bedensel boşalma tepki(refleksi) esnasında, bütünsel bir eşgüdüm eşliğine ulaşarak hep birlikte en yüksek gerilim noktasına ulaşırlar. En yüksek noktanın ardından bir en düşük noktası onu izler. Bu, gevşeme ve rahatlama sürecidir. Bahsettiğimiz ritmik olgu kan dolaşım sisteminin canlanarak dokulara nüfuz etmesiyle de kendisini gösterir.

Cinsel işlev ve orgazm, parasempatik bir eylemle meydana gelmekte ve orgazm sonrası beden parasempatik etkilere bağlı olarak belli bir süre çalışmaya devam etmektedir. Vücudun dış yüzeyine yakın kesimlerinde ve kılcal damarlarda kanın rahat bir şekilde dolaşım evresi başlamaktadır. Bu rahatlama, orgonominin terimleriyle ifade edersek, bedenin genleşme evresidir. Vücuttaki gerilim ve kasılmalar yerini, genleşmeye bırakmıştır. Kan, vücudun en yüzeyindeki kesimlerine dek akın eder. Deriye renk gelmiş, hafif pembe bir renk almıştır(Kanın genleşmesi, merkezden çevreye doğru yayılımı ve kaslarda gevşeme).

SEMPATİK İŞLEV ORGAN PARASEMPATİK İŞLEV

Bir canlının, uzunca bir süre gerçekleştirdiği bütün bedensel ve enerjik aktiviteleri inceleyelim.Bunlardan hiç birisi(ki buna spor ve tüm bedensel aktivitelerle yapılan işler de dahil olsun) orgazm adı verilen bedensel boşalma süreci esnasında gerçekleşen en yüksek enerji düzeyine ulaşamazlar. Eğer bu uzunca süreç içerisinde elde edeceğimiz tüm dalgalanmaları bir gerilim-zaman grafiği içerisinde incelersek, elde edilen eğriyi tıpkı bir kalp grafiğine benzetebiliriz. Kalp grafiğinde birçok inişli çıkışlı eğriler mevcuttur.

Düz bir doğruya rastlamak mümkün değildir. İşte orgazm süreci ise bize bu kalp grafiğindeki en yüksek
“ pik ”e ulaşamamış eğriyi verir.Kalp grafiği. Uzunca bir süre incelenen sağlıklı bir insan bedeninde gerçekleşen enerjik iniş ve çıkışlar.Orgazm sürecini, bu uzunca süreç içersinin de tıpkı bir kalp grafiğindeki en yüksek “pik” değerine ulaşmış eğriye benzetebiliriz.Bedensel boşalma süreci, doğal ölçütlere göre işleyen bir insan bedeninde tüm ömrü boyunca periyodik aralıklarla(birkaç güne bir) gerçekleşirken bu gerilim yükselmeleri, bu uzun süreç içerisinde bize tıpkı bir kalp grafiğinin ritmik atımlarını hatırlatmaktadır.

Kronik enerji kenetlenmesi esnasında, organizmada, gerek ruhsal düzlemde(insanda), gerek sempatik ve parasempatik sistemler arasında, gerek organ sistemleri ve organlar düzeyinde ve giderek doku düzeyinde bir başı boşluk süreci boy gösterir. Cinsel işlevi harekete geçiren parasempatik sinir sistemi, tam olarak işlevini yerine getiremeyeceği için, sempatik sinir sisteminde süreğen bir gerginlik oluşacaktır. Bu ise kaslara kronik bir kasılmaya yol açacaktır. Bu o organizmanın temel yaşam işlevlerini yerine getirememesinin ve çürümeye yüz tutma sürecinin başlamasının bir işaretidir. Organlarda görülen işlev bozuklukları, ruhsal parçalanma,kalp hastalıkları, bağışıklık sistemi bozuklukları, kanser(ki bu eğer diğer hastalıklar nedeniyle kişi ölmez ise, bu bozukluk, enerji alçalması ve yapıların bütünlüğünü yitirmesi nedeniyle eninde sonunda kanser hastalığını doğuracaktır.), akıl ve ruh hastalıkları biyolojik enerjik ritmin doğal ölçütlere göre işleyememesindendir.

Bu türden birçok hastalığın temelinde aslında aynı neden yatmaktadır: vücudun doğal ölçütlere göre işlemesinin durması, gerilim ve gevşeme eğrileri zamanla küçülmesi, kan ile enerjinin dokular ile olan bağlantısının azalmasıdır.

Aynı kökenden temel almış birçok hastalık türü genel dirimsel bozukluğun sadece farklı yerlerden patlak vermesini ifade ederler. Hepsinin temel mekanizması ve oluşum süreci aynıdır:cinsel işlevlerin doğal ölçütlere göre işleyememesi ve daha ileri de anlatacağımız bedensel zırhlanma.

Orgonomiye göre eğer bir kimyasal madde, çekirdekteki bir takım şifrelerin değiştirilmesiyle değil, dokuların biyolojik atımını engelleyebilmesi ölçüsünde etkili olabilirse, işte o zaman da kanser hastalığı ortaya çıkabilir. Fakat genel olarak kanser başta olmak üzere, akıl, ruh, kalp-damar hastalıkları, bağışıklık yetmezliği türünden tüm dirimsel hastalıklarda ( biopaty ) gözlenen ortak olgu cinsel işlevin doğal ölçütlerine göre işleyememesinden doğan cinsel durgunluktur. Bu ise genel olarak çevresel nedenlere bağlıdır. Erkeklerde ve kadınlarda üreme organı tohumlarının vücut dışına atılabilmesinin başarılması, cinsel işlevin bir sağlık göstergesi değildir.

Günümüzde dahi bu yanlış anlaşılan bir olgu olmuştur. Orgonominin bu konudaki sağlık ölçütü, kendini eksiksiz bir şekilde cinselliğe verebilmekle at başı giden, enerjik gerilim ve gevşeme süreçlerini tüm bedenin içinde yer aldığı istemsiz orgazm çırpınmaları ve titremeleri ile, herhangi bir engellemeye maruz kalmadan ( inhibisyonsuz) cinsel gerilimin en üst seviyesine çıkarak, yerini sorunsuz gevşemeye bırakabilmektir. Doğal ölçütlere göre işleyen bir cinsel sürecin en üst seviyesinde ( boşalma esnasında ) bir bilinç kararmasını yaşanır.

Bu özellik “biopaty” eğilimli ve kanserli kişilerde görülmez.Başka bir açıdan açıdan bakarsak, bu süreç vücuttaki enerjinin doğal bir boşalım sürecidir. Sağlıklı ve doğal ölçütlere uygun bir cinsel gerilim süreci, her hangi bir hastalık kaynağının oluşumuna yol açabilecek enerji kaynağını daha başından kurutmaktadır. Bedensel ve ruhsal sağlık organizmanın ritmik aralıklarla bu enerjisini düzenli olarak boşaltması gerekmektedir. Bu eksiklik ilk olarak akıl ve ruh hastalıklarında gözlenen bir eksiklik olduğu görülmüş, fakat daha sonra bütün dirimsel hastalıkların ( biopaty ) temelini oluşturduğu ve bu tür hastalıklarda hep bir düzenli enerji boşalımı eksiklinin varlığı olduğu ortaya konmuştur.


 

  1. KİŞİLİK ÇÖZÜMLEMESİ, VEJETOTERAPİ VE ORGON TERAPİ

Reich’i bütün bilimsel bulgularına mantıklı bir dizelge içerisinde adım, adım götüren ilk çıkış noktası ruh çözümlemesiydi(Psikanaliz). Yıllarca Freud’un yöntem ve prensiplerine göre ruh çözümlemesinde bulundu.Fakat daha sonra Freud’un önerdiği serbest çağrışım yöntemini reddetti. Serbest çağrışım yönteminde hasta bir divana yatırılır. Ruh çözümlemeci ise bir perde arkasından onun öykülerini dinler ve düşünce ve anılarını çözümlerdi. Anıların birbirini tetiklemesi, ruhçözümcü tarafından yapılan çözümleme veya bazen hastayı rahatlatıcı kimyasallar ile bilincin derinliklerine inilmeye çalışılırdı. Anıların, travmaların, kötü olayların veya bastırılmış güdülerin bilincin yüzeyine çıkınca hastanın rahatladığına ve iyileşeceğine inanılırdı.

Gerçekten de bazen belli bir rahatlama sağlansa da durum çoğu zaman böyle değildi ve nadiren elde edilen başarılar da kalıcı değildi, ayrıca çözümleme bir hasta için bazen yıllarca sürebilmekteydi[3-5 yıl]Bilinç altı ise hep, yaşanamayan ve nefrete dönüşen anılarla doluydu. İnsan, kaygılarını hafifletmek ve ondan kurtulmak için daima onu bastırmaya çalışıyordu. Bunu ise genellikle bilinçsiz olarak yapıyordu.

Dünyada insanoğlu için kaygılarıyla yüzleşmekten daha korkunç hiç bir şey yoktu. Hastaların, genellikle çözümleme sürecinde, uzun yıllar öncesine, üç dört veya daha aşağı yaşlarda yaşadıkları anılara dek inilirdi.

Bilinçaltındaki anılar, bilinç yüzeyine çıkarılır ve ruh çözümlemeci tarafında irdelenirlerdi.Cinsel düşler, öldürme düşleri, saldırganlık düşleri, şiddetli korkular çözümleme süreci boyunca yavaş ,yavaş ortaya çıkar ve kendilerini gösterirler. Bu anılar ve düşer insanoğlunun toplum tarafından nasıl şekillendirildiğinin ve bastırıldığının birer göstergeleridir.

10.1. Kişilik Çözümlemesi

Reich ise, bu uzun süren, hastalar üzerinde iyileştirici yönleri olmayan, hatta hastayı daha karmaşık bir hale getirebilen bu geleneksel yöntemi zamanla reddetmiş, hastanın iyileşmeye karşı gösterdiği, korktuğu ve hatta bahsetmekten de çekindiği, kendisini daima sakladığı direnmelerin çözümlenmesi üzerinde durulması gerektiği savunmuştur. Direnmelerin üzerine gidildiğinde, hastaların çok şiddetli tepkiler ve enerji patlamaları geçirdiğini gözlemleniyordu.

Gözlemleri, bu enerji patlamalarının, ardından müthiş bir rahatlama durumuna bıraktığını bulgulamış ve bu direnmelere ilk aşamada “kişilik zırhı” adını vermişti.İyileşme bu “kişilik zırhı” nın kırılmasına bağlıydı. Yaratılan rahatlamaların ( gevşemelerin) ardından,gözlenen bir diğer olguda, o güne dek hastanın bilincinde hissedemediği, anıların kendiliğinden boy göstermesiydi. Daha sonra hastada patlamalar(zırhın kırılması) yoluyla yaratılan gevşemelerin, bazı anıları tetiklediğini ve su yüzüne çıkardığını bulguladı. Reich, kişilik zırhların sistemli bir şekilde çözümlenmeleriyle ( aşılmalarıyla ) ve hastanın geçmiş yaşamında bilinç altına itmiş olduğu anılara, Freud’uneski yönteminden çok daha hızlı bir şekilde ulaşabiliyordu.

Bu şekilde hastanın çok erken yaşlarına dek inilebiliyordu. Bu şekilde yılları kapsayan süreç içerisinde elde edilen zaman çizelgesinde, hastanın ruhsal düzlemindeki gerilim ve rahatlık dalgalanmalarına, iniş ve çıkışlarına yönelik bir kişilik eğrisi elde ediyordu. Bu dalgalı eğri, kişinin ruh ve akıl hastalığı düzleminde hangi düzeyde olduğu ve zamanla nasıl bir evrim geçirdiği konusunu geleneksel psikanalitik yöntemden daha sağlam tanımlıyordu. Ayrıca bu yöntemleşme zamanlı olarak, kişi kaygıları ve korkuları ile yüzleştirilerek ve onu aşması sağlanarak hastanın kişilik yapısı değiştiriliyor ve iyileşmesi sağlanıyordu. Bu yöntemin iyileşme alanında elde ettiği başarı geleneksel yöntemlerden daha hızlı ve başarılıydı. Reich buna “ Kişilik Çözümlemesi ” tekniği adını verdi.

Daha sonra, özezer (mazoşist) bir ruh hastasının iyileştirilmesi sırasında, “ kişilik zırhı ” adını verdiği direnmelerin vücutta nasıl ve ne şekilde depolandığını anlamasına yardım edecek gözlemleri ve ipuçlarını edindi. Hasta belli bir korkuyla, kaygıyla, inatla, kinle veya başka bir davranışsal alışkanlıkla direnmelerde bulunduğu vakit, hastanın bedeninin belli bölgelerinde kassal gerilmeler olduğunu gördü[ki kişi kendi bedenindeki bir gerilimi öyle kolay ,kolay fark edemez ve çoğu zamanda ortaya çıkarılmaları gerekir]. Bu kassal gerilmeler üzerinde çalışıldığı vakit, hastanın öncekinden daha kısa sürede ve daha şiddetli bir şekilde gerildiği, şiddetli tepkilere sarıldığı, ani patlamalara, ağlama nöbetlerine ve krizlere yol açtığını tespit etti.

Bu patlama ve krizlerin ardından gelen kassal gevşeme, bilinç altındaki anıları çok, çok daha etkili bir şekilde ortaya çıkarabiliyordu. Geleneksel yöntemlerle uygulanan konuşma yoluyla sağaltımın ve zırh delme çabalarının ise ancak vücuttaki zırhta yaratılabilen gerilim ve gevşeme oranlarında etkili olabildiğinin farkına vardı ve ruh çözümlemesinden enerji bilimsel ve bedensel terapiye giden geniş ve etkili bir yolun açılmasına vesile oldu.

Böylece Reich geliştirdiği “ kişilik çözümlemesi ” tekniğini direnmelerin bedensel düzlemde kırılması yönünde geliştirmiş, bu terapi şekline de “vejetoterapi” adını vermiştir. Daha sonraki dönemlerinde sağaltımın içine orgon akümülatörlerinin kullanımının da katılmasıyla geliştirdiği toplam uygulayım tekniğinin hepsine birden
” ( kişilik çözümlemesi + vejetoterapi+orgon akümülatörleri ) “ < orgonterapi (orgone therapy ) > adını verdi.
Reich “kişilik zırhı” adını verdiği ve aynı zamanda farkına varmaksızın( kaygıyı ve korkuyu azaltmak amacıyla) bilinç altına itilen anıların, bedensel düzlemdeki bazı kronik kas kasılmalarında yattığını bulgulamıştı.

10.2. Vejetoterapi

Vejetoterapi, zırhlanmış insan bedenindeki zırhların belirli bir düzen ve sistematik içerisinde çözülmesi ve kırılmasıdır. Böylece bedende ket vurulmuş, zırhlanmış ve kronik bir şekilde kasılmış bölgelerin ortadan kalkması ile vücudun bir bütün halinde, yüksek enerji seviyesine inhibisyona (engellemeye) uğramaksızın çıkarak, ardından düzgün bir gevşemenin getirilmesi işlevi yavaş, yavaş yerine getirilebiliyordu.
Daha açık bir şekilde söylersek, bu düzgün bir gerilim yükselmesi ile ardından gevşemenin getirilmesi, bedensel boşalma tepkesi ( orgazm ) anlamına gelmektedir: beden doğal işlevlere uygun olarak istemsiz bir şekilde ortadan ikiye katlanır, vücut kendisini tamamıyla hazza teslim eder ve gerilimin en yüksek noktasında ( boşalma Noktasında ) kısa bir süreliğine bilinç kararması yaşar. Bu olgu ise günümüz insanının çok büyük bir oranında eksiktir. Akıl ve ruh hastalıklarında gözlenen ve göze çarpan ortak özellik olan bu eksikliktir cinsel işlevlerdi.
Cinsel işlevin sağlık kriteri, geçmişte olduğu gibi bugün de, büyük oranda üreme organlarından tohumların beden dışına çıkabilmesi anlamında yanlış olarak değerlendirilmektedir. Oysa cinsel işlevin enerjik anlamda çok daha farklı ve önemli bir imlemi vardır. Diğer “biopaty” eğilimli kişilerde de bu eksiklik göze çarpar ve özellikle kanser hastalarında bu eksiklik en üst düzeydedir. Bir kalp-damar hastasıyla, kanser hastası arasındaki temel fark enerji seviyesi farkıdır. Enerji seviyesi ve kapasitesi yüksek bir insanda meydana gelen zırhlanma bu inhibisyon sürecini, kalp-damar sisteminde meydana gelen bir hasara dönüştürebilir, aynı şekilde başka bir hasara da ve hastalık çeşidine de.

Fakat eğer enerji seviyesi düşmüşse, ki zırhlanmalar kişide birer kişilik ve kas duvarı ( kasların kronik bir şekilde kasılmasıyla) süreci örerek temel sürecin enerji seviyesini düşürürler. Bu süreç ise sonunda dokuların bütünsel yapılarını yitirmesiyle sonuçlanır. Dokular yavaş ,yavaş bir çürüme süreci içerisine girerler. Kanserse zaten doğal bir ölüm sürecidir. Zırhlanma enerjik gerilim ve gevşeme süreçlerinde bir inhibisyon işlevi görerek kanser sürecini kısaltır.

Zırhlanan bir insan eğer kalp-damar hastalığı veya bir başka dirimsel hastalık nedeniyle ölmez ise eğer, sonunda gelip çatacağı nokta kanser hastalığı olacaktır.

Reich, zırhlanma bölgelerini genel olarak yedi bölgeye ayırmıştır, bunlar: göz bölgesi, ağız bölgesi, servikal bölge, göğüs bölgesi, diyafram, karın ve pelvis bölgeleridir. Bu bölgeler çevrelerinde diğer doku ve organları ile o bölgeyi kontrol eden çeşitli sinirleri ve sinir ağlarını da kapsar. Hasta genel olarak düz bir yere yatırılır ve olabildiğince hızlı ve derin nefes alması istenir.

Bu hızlı nefes tekniği kişinin otonom sinir sistemini harekete geçirir. Zırhlanmış bölgelerdeki ( yani kronik bir biçimde kasılmış kaslardaki ) enerjiyi sıkıştırır ve gözle-elle muayene ile tespit edilebilecek hale getirilir.

Çoğu hasta, hemen ,hemen hepsi, bu işlem sırasında kendinden geçer. İlk aşamada ortaya çıkan zırhlar nefes yoluyla enerji seviyesinin yükseltilmesi ve gerekiyorsa masaj yoluyla giderilmeye çalışılır. Her gerilimin ardında bedendeki kimi bölgelerde bir kasılmalı titreme veya ani patlama, ağlama ve şiddetli bir kriz ile gevşeme ve rahatlama onu izler. Genellikle zırhların çözümlenmesinde, eğer vücudun üst kısımlarında ( baş bölgesinde ) zırhlanma mevcut ise,çözülmelerine o bölgeden başlanır.

Sağaltım ve seanslar ilerledikçe, çözülen zırhlar yerini başka zırhlara bırakırlar. Bir zırh belirirken diğer zırh kaybolabilir. Zamanla zırhlanmaların çözülmesi işleminde pelvis bölgesine doğru inilir. Gevşeyen her zırh belli bir süre hastada ciddi sıkıntılara, korkulara, korku dolu anıların su yüzüne çıkmasına, şiddetli sinir krizlerine, öldürme düşlerine ve ölesiye korkacağı kaygıların yeniden canlanması gibi birçok farklı etkiye neden olabilir.

Seanlar sırasında hastadan dürüst, ve içinden geldiği gibi davranması istenir. Eğer bu süreç esnasında hastanın herhangi bir kişiye veya olaya karşı duyduğu nefret ortaya çıkarsa, hastanın vurması, bağırması , tekme atması vs. gibi yollarla içindeki nefreti dışarı atmasına yardımcı olunur. Bunun için divanlara veya duvarlara döşenmiş özel halılara vurması istenebilir. Sağaltım dışında, hastanın günlük olarak yapması istenilen özel egzersizler verilir.Sağaltım sürecine başlamadan kişinin ailesi, hastada gözlenebilecek değişiklere karşı uyarılır. Tedavi, kişinin enerji seviyesinde önemli değişikliklere neden olur. Yükselen her enerji seviyesine karşı hasta yeni bir zırhla istemsiz bir şekilde karşı koyar. Hasta bu süreçleri kendi bilinciyle kontrol edemez. Kişide en fazla kaygı ve korku uyandıran bölge pelvis bölgesidir.

Bazen pelvis bölgesine doğru tüm zırhların çözülmesi sürecinde,çözülen bütün zırhların geri gelmesi tehlikesi ile karşılaşılabilir. Bunun nedeni çözülen her yeni zırhın bağladığı enerjinin serbest kalarak kişinin enerji seviyesinin daha da yükselmesidir. Hasta zamanla yükselen enerji seviyesine uyum sağlar. Eğer oluşmuşsa zırhların tekrar çözülmesi işlemine girişilir. Çözülen her zırhın ,zırhın tuttuğu bağlanmış enerji serbest bırakılır. Bu artış hastanın cinsel performansında da yansır.Hastadaki bütün zırhlar çözüldüğünde, hastada o ana kadar gözlenmeyen bir tepke gözlenir. Bu bedensel boşalma tepkesidir. Diğer bir adıyla orgazm refleksidir. Pelvis ve baş bölgesi kendiliğinden öne doğru ilerleyerek vücut ortasından ikiye katlanır. Hastalar bu tepkeye ilk bakışta şaşırırlar. Çünkü yaşadığımız zırhlı insan kültürü içerisinde neredeyse zırhsız, sağlıklı insanların sayısı çok azdır.

10.3. Zırh Oluşumu

Zırhlanma adı verilen olay kişinin kaygılarını ve korkularını bastırmasını, hafifletmesini, ve unutmasına yol açan temel mekanizmadır. Kişi kaygılarına karşı içsel olarak daha az nefes almayla tepki gösterir. Bu sayede kaygılarını hafifletebilir. Eş zamanlı olarak insan kaygı uyandıran bir durumdan veya olaydan korunmak için, sanki her an felaket gelecekmişçesine kaslarını kronik bir şekilde gergin tutar. Fakat kişi bu kronik gerginliğin farkına varamaz, nasıl ki uzunca bir süre aynı koku veren bir ortama maruz kaldığımızda o kokuyu hissedemeyişimiz gibi. Kaslar ve organlar kıpırsızlaşır, katılaşır, kişinin tıpkı bir makine gibi hareket etmesine neden olurlar. Bir zırhlanma türü bir olaya veya istenmeyen bir duruma süreğen bir şekilde maruz kalma yoluyla veya şiddetli bir travma ile gelip yerleşebilir.

Zırhlanmaların etki alanları sadece kaslarla sınırlı kalmaz, uzun süreç içerisin de çevrelerindeki organların biyolojik ritimlerini etkileyerek bulunduğu bölgelerdeki iç organları, kemikleri, sinir ağları, salgı bezleri gibi türlü yapıları da etkileyebilirler. Bu organların körelmesine, işlev bozukluları meydana gelmesine veya anormal davranışlar sergilemelerine sebep olabilir. Mesela hiper-tiroidi hastalığının, bugün Orgonomistler tarafından boyun bölgesindeki zırhlanmadan kaynaklandığı gösterilebilmiştir*.

Benzer şekilde damar sertliği ve koroner damar hastalıkları** ve amfizem, bronşiyel, kronik bronkojenik ve karsinaom*** gibi çeşitli hastalıkların göğüs bölgesinde meydana gelen zırhlanmalarla biçimlendikleri üzerine çalışmalar mevcuttur.

10.4. Orgon Terapi

Orgon Terapi, kişilik çözümlemesi ve vejetoterapi adı verilen sağaltım yöntemlerinin, orgon akümülatörlerinin ( orgon enerjisinin ) kullanılmasıyla adlandırılan daha genişletilmiş halidir. Dirimsel hastalıklarda, özellikle kanser hastalığında, gerekli görüldüğü zaman ruh ve akıl hastalıklarında, bağışıklık sistemi bozukluklarında ve diğer “ biopaty ” eğilimli kişilerde kullanılırlar.
Orgon akümülatörü, genel olarak akümülatörlerinin içine hastanın kapatılması yoluyla uygulanır. Hastanın durumuna göre 10 dk-1 saat arası bu süre değişebilir. Periyodik(devamlı) veya sadece gerekli görüldüğü durumlarda kullanılabilir. Akümülatörün enerji alanıyla, hastanın bedeni ve enerji alanı karşılıklı etkileşim haline girer. Işınlar ve enerji alanı hastanın bedenini uyarır.

Vücudun iç kısımlarında biriken kan ve enerji, kılcal damarlara, dokulara ve vücut yüzeyine akın eder. Hasta akümülatör içindeyken bedeni ile akümülatörün duvarı arasındaki mesafe çok uzak olmamalıdır. Aksi taktirde bir etki gözlenemez. Hastalar bu nedenle boy ve hacme göre akümülatörlere yerleştirilirler. Akümülatörlerinin yerel uygulanım şekilleri de mevcuttur. Küçük bir akümülatör içinden boruyla ve borunun da ucundan huni şeklinde genişleyen ağzı bedenin belirli bölgelerine uygulanırlar. Akümülatörlerin düzenli ve periyodik kullanımı kaslardaki kronik gerilimleri giderici bir etkide bulunur. Kasılıp gevşeyebilen ve doğal süreçlere göre işleyen birer organ vazifeleri görmeleri sürecine yardım eder.Reich, daha ilerleyen dönemlerde farklı bir çalışma şekline sahip olan “Medikal DOR-Buster” i geliştirmiştir.
Bedendeki DOR adı verdiği, Orgon’un ve serbest metabolizmanın sapmasından oluşmuş enerjinin beden den çekilmesi esasına dayanmaktadır. Fakat kullanımı orgon akümülatörleri kadar yaygınlaşamamış ve insanlar üzerinde yaygın olarak denenememiştir. Hastalarda çok daha kısa sürede şiddetli patlamalara neden olduğu ve kullanımında çok dikkat gerektirmesi gereken bir uygulayım olduğu söylenmektedir.

  1. KANSERLİ KÖRELMENİN BİYOPATİK YANI VE BİR KANSER HASTASININ AYRINTILI SAĞALTIMSAL ÖYKÜSÜ

Biyolojik enerjik ritmin bozulması ve büyük oranda cinsel durgunluk ve onunla eş zamanlı olarak oluşan zırhlanma kanser hastalığının ana temel sebepleridir. Biyolojik enerjik ritmin engellenmesinden kastımız,daha da geniş anlamında, kişinin gerek toplumsal düzeyde, gerekse de biyolojik-enerjik düzeyde, onun yaşam ile savaşında zayıf düşmesidir. Bu dediklerimizle ne demek istiyoruz, kısaca özetleyelim:

  1. Safha:

Çevre yoluyla oluşan herhangi bir kas zırhı, kişinin zararına oluşabilecek herhangi bir kaygıya karşı geliştirilir. Kişi kendisine yönelen tehlikeyi önleyebilecek güçte ise, tehlikeye karşı koyar. Eğer, yetemeyecek kadar zayıf ise, bedenini daha fazla çaba sarf etmek üzere değiştirecektir.

Bu durumda her an bir tehlikeyle yüzleşecekmişçesine kasları veya belli kas grupları kronik bir şekilde kasılmaya uğrar. Bu organlarla bağlantılı sinir hücreleri de bu kasılmaya eşlik ederler. Uzun süreç içeriside kişi çevresel tehlikeye ve duruma ve alışır, adapte olur: bu ise kronik kasılmanın bir sonucudur. Kişi bu sayede bilincindeki tehlikeyi bastırır ve bilinç altına iter. Eş zamanlı olara bedenindeki kasılmaların ve tehlikeye karşı hissettiği bedensel rahatsızlık ve tepkinin de farkına varamaz hale gelir. Aynı zamansal süreçte, bu durum kişinin cinsel işlevlerinden bir parça çalar ve ona ket vurur. Benzer şekilde, kişide her hangi bir nedenle meydana gelen cinsel yoksunluk, durgunluk ve enerjik işlev bozukluğu, tersi yönden zırhlanma sürecini tetikleyip aynı etkilerde bulunabilir.

  1. Safha:

Zırhlanma süreci, fiziksel olarak akciğer, diyafram veya göğüs bölgesini etkileyerek dış solunuma ket vurabilir. İkinci olarak kronik bir şekilde kasılan kasların uzun süreç içerisinde iç solunumu kötüleşir ve enerji seviyesi doğal olarak düşer. Çünkü gerilip gevşeme yetenekleri kısıtlanmış ve atım kapasiteleri düşmüştür. Çoğunlukla bu ikisi eş zamanlı olarak meydana gelir. Tüm zırhlanmalar bir miktar fiziksel ve iç solunuma ket vurarak, onu aksatır.

  1. Safha:

Kötü hava alınması, enerji seviyesinin düşmesi ve fiziksel solunumun aksaması sonucu iç solunumda aksar ve dokular işlevlerini sürdüremez hale gelir. Zırhlanma giderek güçlenir. Özerk organlardan, vücut yüzeyinden, damarlardan uzak dokulardan ve özellikle cinsel organ bölgelerinden ( pelvisten) enerji ve kan geri çekilir. Bedensel boşalma güçsüzlüğü, uzun dönemde enerji kapasitesinin daha da düşmesiyle, dokusal ayrışma, biyonal parçalanma veya günümüzün modern terimleriyle söylersek hücrelerin apoptoz sürecini başlatır. Yozlaşan ve ayrışan hücre materyallerinden T basilleri oluşumu körüklenir. Bu ise hücrelerin keseciklere ( biyonlara ) a yrışma sürecini hızlandırarak, – daha sonraki bölümde
“ kanserli hücre ”
yi betimlerken göreceğimiz gibi – kendisine karşıt bir işleve sahip olan kanser hücrelerinin oluşumu körükler.

Kanser hastalığının yılları kapsayan temel süreci ve ana hatları bu şekildedir. Orgonomiye göre bu hastalık süreci vücuda dışarıdan gelen bir takım gizemli virüslerin veya bakterilerin, vücuda özgül oldukları herhangi bir dokuya giderek ve gizemsel şifreler aktarıp oluşması süreciyle meydana gelmez. Reich bu temel sürecin kaynağını cinsel işlev yoksunluğun getirdiği kişiliksel boyun eğme olarak nitelendirmiştir.

Boyun eğme,kişide giderek enerji seviyesinin düşmesini ve cinsel işlevlerden uzaklaşmayı hızlandırır. Bu ise yılları kapsayan bir süreç içerisinde dokuların ayrışması ve çürümesi ile sonuçlanır.

Aşağıdaki sağaltım öyküsü, W.Reich’in “ Kanser ” isimli kitabından alınmıştır, orgon terapi kapsamında temel olarak daha önceki bölümde anlattığımız tüm uygulayımları ( kişilik çözümlemesi+vejetoterapi+orgon akümülatörleri) kapsaması açısından özellikle seçilmiştir [Sayfa 177-185]:

Hastalık sürecinin oluşumundan, sağaltımın bu aşamasına kadar hastanın geçirdiği süreç şu şekilde özetlenebilirdi:

  1. Evliliği, kocasının cinsel güçsüzlüğünden kaynaklanan ciddi bir cinsel durgunlukla başlamıştı.
    2. Tam on yıl cinsel uyarılma bastırılmış, yazgıya boyun eğilmiş, ruhsal çöküntü ve cinsel perhiz içinde yaşamıştı.
    3. Kanser gelişirken cinsel uyarılma yok olmuştu. Biraz ilerde, kanserin kemiğe sıçramasının kişilik zırhının cinsel uyarılmayla baş edebilmek için kullandığı örgenlerde ortaya çıktığını göreceğiz.
    4. Dirimsel enerjiyle sağaltımda urlar yok edilmiş, hasta bedensel sağlığına kavuşturulmuş, cinsel uyarılma geri gelmişti
    .5. Cinsel uyarılmanın yoğunluğu düş kırıklıklarıyla ve cinsel durgunluktan kaynaklanan sinircenin yeniden alevlenmesiyle sonuçlanmıştı (W.Reich, Kanser: sy 190).

Sonuç: Orgon akümülatörü ve vejetoterapi birlikte yapılan orgon sağaltımı, iki hafta kadar ömrü kaldığı söylenen hastanın ömrünü altı ay kadar uzatmıştı. Sancılarından kurtarmış, urlarını eritmiş ve kan denklemini eski haline döndürmüştü. Ancak şurası açıktır ki, hastanın can vermesini ne urlarda ne de meydana gelen felçte aramak gerecektir. Ölüm nedeni, çocukluk yıllarından hatta daha öncesinden bu yana adım ,adım farklı belirtiler altında ortaya çıkan zırhlanma ve genel atımın engellenmesinden bu doğan genel dirimsel körelmedir.

Hastadaki kasılmalı titremelerle birlikte baş gösteren korkular, ve aynı duygu ve zırhsal olguların geçmişte yaşananların bir uzantısı olması bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Hastada gözlenen bir iyilik ve ardından gözlenen kötülük hali canlı yapısının doğal özelliklerinden kaynaklanmaktadır.. Bu olgu dirimsel atım(biyolojik ritim adı verilen olgunun bir göstergesidir.. İyileşme denen olgu ise yapılan müdahaleler ile bu iyilik hallerinin süresini ve sıklığını arttırarak, kötülük hallerininkini sıklığını azaltmaktır..

Bu ise karın bölgesinde ki ve solunum aygıtındaki kasılma ve büzülmenin birçok kez yarıda kesilmesi ile gerçekleştirilmiştir.Yılların birikimi olan kasılma ve büzülmelerin ritmik olarak hastayı yatağa bağlaması genel dirimsel körelmenin ta kendisidir ve gerek ruhsal gerekse de dirimsel-bedensel düzlemde kendisini göstermiştir. Bu yüzden Reich kanserin nedeni sorunu arasında en büyük nedeni “ kişiliksel boyun eğme ” olarak göstermektedir:
Yani insan bedenindeki zırhlanmanın, kişiliksel geri çekilme ve enerjinin giderek düşmesi ile gelip çattığı bir sondur. Fakat olgu öyküsünde hasta kanser nedeni ile ölmemiştir. Genel dirimsel bozukluk nedeni ile ölmüştür.Kemiğe sıçrayanlar da dahil bütün kanserli urlar, orgon akümülatörü ve uygulanan vejetoterapi ile düzenli bir şekilde eritilebilmiştir.

Orgon akümülatörü doğal ışın etkisiyle hastanın vücudundaki dolaşım sistemini kamçılamış, dokulardaki ve vücut yüzeyindeki enerji seviyesinin atımında yükseltici bir etkide bulunarak dokusal birliği toparlamış ve kanın doğal işlevlerini görmesini sağlayarak kan denklemlerini düzeltmiştir. Bu düzelme ise urların varlığa gerek bırakmamıştır.

Urların yok edilmesiyle birlikte hasta cinsel perhizin oluşturduğu dönemde yaşadıklarına benzer kaygılı ve korkulu dönemdeki durumuna, yani eski geri düzlemine doğru bir evrim göstermiştir.

Bu ise cinsel işlev yokluğunun neden olduğu daha ilksel bir genel dirimsel körelme, yani biyolojik atım bozukluğu) belirtisidir. Ve kişiliksel boyun eğme, korku, kaygı ve zırhlanma olgularıyla at başı giderler. Cinsel işlevin engellenmesi , zırhlanma ve kişiliksel boyun eğme,kanserli ur ortaya çıkmadan çok önceleri boy göstererek, gerilim ve gevşeme düzeneklerine etki eden ve enerji düzeyini etkileyen kanserin en temel nedenleridirler.

  1. KANSERLİ HÜCRE

Geleneksel kanser bilim kanseri, o ana dek <<uslu sulu oturan>> hücrelerin <<ansızın azıtması>>,hücrelerin hızla bölünmesi ve düzensiz olarak çoğalması ve öldürücü uru oluşturmak üzere yığınak yapması şeklinde tanımlamaktadır. Hücreler hareket ederek başka doku ve organlara da sıçramakta ve önlerine çıkan her hücreyi yok etmektedir. Fakat şimdi adım ,adım anlatacağımız gibi orgonomy kanser hastalığını bu şekilde tanımlamamakla ondan köklü bir biçimde ayrılmaktadır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi kanserin temelinde yılları kapsayan bir dirimsel körelme, yani biyolojik atım bozukluğu sorunu yatmaktadır. Bu ise çok yıllar öncesinde, kişinin gerek ruhsal dünyasıyla, gerek bedensel performansıyla, gerek iç ve dış solunumun aksamasıyla, kan denkleminin bozulmasıyla
biyonal parçalanmaya olan eğim ve T basili oluşturma potansiyeliyle ) ve enerji seviyesinin adım adım düşmesiyle karakterize gitmektedir.Bu açıdan bakıldığında Reich, yürek-atardamar gerginliği çeken kişilerle kanserliler arasındaki şu ayrıma dikkat çeker.

Kansere yol açan dirimsel bozuklukla yürek atar-damar bozukluğunu doğuran bozukluk arasında asal bir ayrım olmalıdır. Kanser kurbanları genellikle kişilikleri boyun eğmeye yatkın, coşkusal yaşamları ılımlı kişilerdir. Buna karşın sürekli atardamar gerginliğinden, başka bir deyişle sürüp giden bir atardamar gerginliğinden yakınan kişiler – kanserlilerin tersine – uyarılabilen, <<coşkusal açıdan tutarsız>>, <<patlayıcı>> kişiliğe sahip insanlardır.

Buysa çok sert kaygı nöbetlerine yol açar. Kanserlilerin hiçbir zaman coşkularını gürültülü bir biçimde dile getirdiklerini yada öfkeye kapıldıklarını görmedim. Demek ki bu iki dirimsel bozuklukta ortak temellerine, yani cinsel durgunluğa karşın, bir takım kendine özgü ayrımlar bulunduğunu saptayabiliriz. Burada belirleyici öge bütün vücudun yerleşmiş cinsel durgunluğu gösterdiği tepkinin biçimi’dir. (W.Reich, Kanser, sy 221-222):

Kanser hastaları cinsel durgunluğa ve zırhlı kişilik yapısına karşı verdikleri tepki bakımından ayrılmaktadırlar. Diğer insanlardan temel farkları metabolizmalarının yavaş çalışmasıdır. Enerji üretim seviyeleri oldukça indirgenmiştir. Hücrelerin dirimsel enerji üretmek üzere uyarılmalarından başka Bir şey olmayan coşkusal ve duygusal yaşamları bu indirgenmenin ruhsal alandaki yansımasını verebilmektedir. Zırhlanmanın temel bir düzeneği olan kaygı kanserin bir belirtisi olmasına rağmen kanser hastalığı geliştikçe mevut yürek daralmaları ve kaygı nöbetleri azalır.

Daha önce bahsettiğimiz dirimsel enerji alanı ölçeri kanserli hastalarda gözlenen düşük enerji düzeyinin varlığını kanıtlamaktadır. Sonuçta tüm zırhlanmalar ve bunun yarattığı süreğen gerginlik hali, sonuçta enerji ve metabolizma performansının düşmesine yol açacağı için, kalp-atardamar sistemi gerginliğine, kanserden daha öncel bir tepkisel süreç gözüyle bakabiliriz.

12.1. Kanserli Kişilerin Bedeninde Alışılmamış Yapıların Varlığı

Kanserli kişilerin bir diğer temel özelliği ise sağlıklı kişilerin aksine, kanlarında, dokularında, dış salgılarında ve dışkılarında sağlıklı kişilerde bulunmayan yapıların varlığıdır. Kimisi kuyruklu, kimisi kamçılı, hareketli, yürek gibi küt ,küt atan küçük hücremsi, koyu mavi keseli(kabarcıklı, biyonal) yapıdadırlar. En az 2000’lik büyütme ile varlıkları saptanabilir(Kanser, sy:230):

Canlı ve sağlıklı dokularla sağlıklı kişilerin kanında, 2000’lik bir büyütmeyle, herhangi bir dirimbilim ya da işlev bilim kitabının bize canlı varlığın temel öğeleri diye sunduğu hücrelerle yapıları görürüz. Oysa bir kanserlinin, örneğin akciğer kanserine yakalanmış birinin kanını, dış salgısını ya da dokusunu incelediğimiz zaman, sağlıklı insanlarla sağlıklı farelerin dış salgılarında ya da dokularında rastlamadığımız hücre biçimleriyle tanımlanmamış yapıları buluruz. Özellikle ne hücreye ne de bakteriye benzeyen, koyu mavi, çizgili kesemsi biçimler görürüz. Bunların kimisi düzgün değildir, biçimsiz gibidir, enleri boylarından fazladır, çomağımsıdır, kamçılıdır. Kanserlilerin balgamında büyük bir şaşkınlıkla kuyruklu amipsiler görürüz, bunlar alabildiğine hareketlidirler, durmadan yürek gibi tıp tıp atarlar.(Kaynak: W. Reich, “Kanser”, 1948, sy: 230)

Peki nereden gelmiştir bu amibimsi, kabarcıklı yapıda, ne sağlıklı kişilerde göze çarpan ne de herhangi bir bakteri ya da tek hücreliye benzeyen bu yapılar? Kuşkusuz hava yoluyla geçen tohumlardan ya da mikrop kapma yoluyla değil. Çünkü daha önceleri birçok kez denendiği gibi havada bu tür canlılar elde edilip üretilebilme veya gözlenebilme denemeleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır.Gözlenen bir diğer yapılar, bizim şu meşhur PA kabarcıkları(dirim kabarcıkları), yani biyonlardır. Bu yapılara da sağlıklı kişilerin dokularında, kanında ya da salgılarında rastlanmamaktadır. Havadan bulaştırma yoluyla elde edilememektedir. Görünüşleri, işlevsel davranışları ve boyutları ve düşük enerjili çürüme bakterileri veya T basilleri üzerindeki hareketsizleştirme etkileri bunların PA kabarcıkları olduklarını göstermektedir. 2000’lik büyütmeden 3000’lik ya da 4000’lik bir büyütmeye geçildiğinde gözümüzden kaçmış olan daha başka yapıları görülür. Bunlar siyah renkte, mızrak gibi sivri uçlu, düşük enerji düzeyli T basilleridir. Bunlar da hiç kuşkusuz havadan gelmemektedirler.

Peki neden tüm bu yapılar kanserli kişilerin bedenlerinde ve salgılarında gözlenebildikleri halde, sağlıklı kişilerde gözlenememektedirler. Kanser ile ilişkileri nedir peki? Dirim kabarcıkları ve kabarcıkların doğal örgütlenmeleri üzerine yapılan araştırmalar bu gözlemleri şu olgularla açıklamaktadırlar:

  1. Kanserli hücre, en gelişmiş haliyle, bir takım dokuları etkileyen hastalıklı süreçlerin oluşturduğu uzun bir dizinin son ürünüdür. Söz konusu süreçlerse bu güne dek hiç incelenememiştir(1948).
  2. Sağlıklı dokularda bulunmayan birtakım keseciklerin oluşmasına yol açan, son derece özgün bazı dokusal bozulma evreleri vardır.
  3. Bir dokunun kansere doğru yozlaşmasının ilk evresi bir takım keseciklerin oluşmasıyla doğaya uygun yapının bozulmasıdır.
  4. Keseciklere ayrışarak birliklerini yitiren dokular iki türlü dirim kabarcığı oluştururlar: iri, mavi, PA kabarcıkları ile<<T -ölüm basili>> adını verdiğimiz küçük, kara balyozlardır.
  5. Son aşamada amibe benzeyen devingen , tek hücreli bir canlı olan kanser hücresi, arada bir sürü evreden geçerek işte bu kabarcık halindeki dirimsel enerji keseciklerinden oluşur(W. Reich, Kanser, sy: 234).

Kanserli bir kas hücresi, sağlıklı kişilerdeki doğal çizgili kas yapısından kabarcıklı bir yapı göstermesiyle ayrılmaktadır. Bu olgu sadece kas dokusu için değil, diğer kanser bulaşmış dokular için de geçerlidir.Kanserli bir dokuyu tuzlu suda kaynattığımız zaman sağlıklı kişilerde mavi PA kabarcıkları oluşurken, onda T basili oluşumu gerçekleşir.

Bu açıdan sağlıklı dokudan ayrılırlar. Dokuların yozlaşmaları ile oluşan T basilleri bir kez oluştu mu, onların saflaştırılarak sağlıklı dokulara aşılanması ile kanserli doku oluşturulabilir. T basilleri sağlıklı dokulara etki ederek onların kabarcıklara(keseciklere) ayrılmasını teşvik eder ve kendilerine bir tepki olarak kanserli hücrenin evrimi ile sonuçlanan bir süreci başlatırlar. Kanserli hücreler tam olarak evrimleşip özerk bir yapı kazandıkları vakit, çevrelerindeki diğer sağlıklı dokuları da kabarcıklara ayrılmasını teşvik ederler. Bu şekilde bir çoğalma ve büyüme süreci içerisine girerler.

Kanserli bir hücre, hücremsi(ne bir bakteriye ne de bir vücut hücresine benzeyen) PA kabarcıklarından oluşan çizgili, kamçılı, çomağımsı ve küçük olan bu alışılmamış yapılardan, balyoz biçiminde parlak mavi renkte, kabarcıklı, uzun ve kamçılı olmaları yönüyle özgün bir şekilde ayrılırlar.Peki, hücreler neden keseciklere ayrışmaktadırlar? Bu görüngü, canlılığın temel gerilim ve gevşeme döngüsüne uygundur. Belli bir etkiyle, kasılıp kalan, biyolojik atımı bozulan hücre ve onun çekirdeği, genel doğal işlevini yerine getirebilmek üzere değişime uğramaktadır. Kısacası canlılığın en temel özelliliği olan gerilim ve gevşeme döngüsüne ayak uydurmaya çalışmaktadırlar.

Bütünsel bir şekilde(tüm yapı olarak)gerilim ve gevşeme döngüsünü yerine getiremeyen ve bunu bir eşgüdüm içerisinde sağlayamayan hücre kısımları, bir nevi bağımsızlığını ilan etmekte ve kendi başlarının çaresine bakmaktadırlar.

Çünkü hücreyi bir arada tutan esas etmen eşgüdümdür(birlikte işlem görme). Başka bir boyutta yeni bir biyolojik atım kazanmak üzere biyonlara ayrışan yapılar, eğer yeteri kadar enerji ve güçleri varsa, yeni duruma ve değişen koşula adapte olabilmek için veya kendilerine kasteden tehlikeye karşı tekrar başka bir şekilde eşgüdüm kazanarak örgütlenebilmektedirler.

12.2. Hastalık Sürecinin Genel Özeti

Şimdiki bilgilerimizle kanser sürecini tekrar özetleyelim:

  1. Kasılıp kalma evresi: bu evre kan dolaşımdaki süreğen yayılma(genleşme) güçsüzlüğüyle başlamakta, kişilik alanında yazgısal boyun eğmeyle kendisini göstermektedir. Bunun bedensel belirtileri şöyledir: kasların kaskatı kesilmesi, derinin solması, dokularda yeterince dirimsel enerji bulunmaması, örgensel boşalma güçsüzlüğü, kansızlık. Kanserin dirimsel yanı bu evrede bütün öbür dirimsel bozukluklara(hastalıklara) benzer.
  2. Körelme evresi: bu evrenin başlıca özelliği dokusal özün azalması, alyuvarların küçülmesi, genel zayıflık, bütün vücudun dirimsel direncinin azalması, kilo verme ve son olarak genel eriyip bitmedir.
  3. Çürüyüp kokuşma evresi: dokulardaki hücrelerin dirimsel güçlerinin yetersizliği, kanserli maddelerin çürütücü özlere dönüşmesi, kokuşma bakterilerinin hızla çoğalması(kokuşturucu ayrışma), kokuşma bakterilerinin T basillerine dönüşmesi, T basillerinin bütün dokuyu zehirlemesi, kara kabuk bağlayan kokuşmuş yaralar, vücuttan çıkan çürüme kokusu, ölüm. (W. Reich, Kanser, sy: 246-247)

Orgonomy’nin daha 1940’lı 50’li yıllarda orgon akümülatörleri ve vejetoterpi sayesinde ulaştığı sonuç ve önündeki engel, kanserli urların eritilmesi değil, kanserli urların eritilmesi sonucu ortaya çıkan atıklardan vücudun arıtılması sorunu idi. Bu atıklar T basilleridir, dokuların ayrışması sonuc oluşan en son ürünlerdir.Kanserli bir uru suya koyup kaynattığımızda ortaya çıkan ürün T basilleridir. Normal bir doku ise bu durumda mavi enerji kabarcıklı iri biyonlara ayrışır. Kanser hastaların ölümü – ileride göreceğimiz gibi –kanserli urun varlığı nedeni ile değil, genel dirimsel güçsüzlüğün daha da ilerlemesi ile T basili oranının bedende artması ve kanserli urların da parçalanarak büyük miktarda T basiline ayrışması ve vücudu zehirlemesi ile gerçekleşmektedir.

12.3. Kanserli Hücre ve Urun Yayılışı

Şimdi de günümüzde metastaz olarak adlandırılan, kanserli hücrenin vücudun diğer yerlerine sıçraması adı verilen olayı ele alalım. Vücudun bir eşgüdüm eşliğinde ve eş zamanlı olarak gerilip gevşeme yeteneğinden yoksun kalması ve kan dolaşımının genel genleşme ve yayılımının büzülmesi(engellenmesi) sonucu, genel dirimsel bozukluk vücudun her bölgesinde kendini gösterir. Genel dirimsel bozukluk kansere kadar ilerleyebilecek kadar ilerlemişse, vücuttaki genel eriyip bitme ve çürüme süreci, vücudun geneline bulaşmış demektir.

Bu durumda dokuların keseciklere ayrışarak kanserli hücre ve ur meydana getirmeleri birbirinden bağımsız olarak eş zamanlı veya farklı zamanlı olarak ortaya çıkabilir. Bu açıdan bakıldığında illa bütün urların kan yoluyla tek bir merkezden yayıldığını var saymaya gerek kalmamaktadır. Birbirine yakın bölgelerdeki urları, vücudun uzak kesimlerinde ortaya çıkan urlardan ayırmak gerekmektedir.

12.4. Lösemi Üzerine

Kanser üzerinde yaptığı araştırmalara dayanarak, Reich lösemi(kan kanseri) oluşumu üzerine de şöyle bir öngörüde bulunmuştur. Bu durum tam olarak araştırılmamış olmakla birlikte deney ve gözlemlerle doğrulanmalıdır. Kendisi de ileri ki deney ve gözlemlerle sınanması gerektiğini bildirmiştir. Bu öngörüsü akyuvarların alyuvarları bastırdığı şeklindedir. Vücudu savunucu hücreler olan akyuvar hücreleri,alyuvarların parçalanarak ve ayrışarak oluşturduğu vücuda son derece zararlı olan T basillerine ve diğer ürünlere bir tepki olarak aşırı uyarılmış ve onların zararlarını gidermek üzere çoğalarak ağır basmışlardır.

Lösemi hastalarında kanın ak bir renk almasının nedeni budur. Bu açıdan bakıldığında alyuvarların dirimsel açıdan zayıflamaları, büzüşmeleri ve sayıca azalmaları lösemi hastalığının bir yan etkisi veya diğer bir belirtisi olmaktan çıkmaktadır.

12.6. Geleneksel Kanser bilimin Yanılgıları

Orgonomy’ye göre geleneksel kanserbilim yanlış önermelerden yola çıktığı için içinden çıkılması zor bir batağa saplanmıştır. Gerçekten de kanserli hücreyi, belli bir ana kadar uslu, uslu oturan, o andan sonra da birden azıtan ve kontrolsüzce çoğalarak önüne geçen her şeyi yıkan bir canavara benzetmektedir. Kısacası geleneksel görüşe göre kanserli hücre kanser hastalığının biricik nedeni ve tek sorumlu ögesidir. Peki neden onca araştırmacı ve kanserbilimci kanserli kişilerdeki genel körelmeyi, biyonlar ve T basilleri ile ilgili bu açık seçik görüngüleri görememiştirler. Reich, bu konuda şunları yazmaktadır:

  1. Mikroskop altında incelemek üzere hazırlanmış boyalı doku parçalarında ne kanserli hücrelerin oluşmasına yol açan mavi enerji kesecikleri, ne de bunların ayrışmasıyla oluşan ufacık T basilleri görülür. Bunları görebilmek için, canlı dokularla gözlem yapmak gerekir. Geleneksel kanser bilimse, öncelikle ölü dokular üzerinde çalışır.
  2. 2. Aynı nedenle , geleneksel kanserbilim kanserin geçirdiği evrimin ara aşamalarını bulup ortaya çıkaramamıştır.
  3. 3. 2000’den az büyütme doğru gözlem yapmaya izin vermez. Geleneksel kanserbilimse pek ender olarak 1000’lik büyütmenin üstüne çıkar.
  4. 4. Geleneksel kanser bilimse daha ilk ağızdan, canlı ya da cansız maddelerden doğal olarak tek hücreli canlıların oluşabileceğini kesinlikle yadsıyarak kanser hücresini anlamaya sırt çevirmiştir.
  5. 5. << Havada uçan tohumlar >> önyargısı araştırmacıların dikkatini izlenecek doğru yoldan başka yerlere çevirmiştir.

Kanserin hastalık bilimindeki yeri dirimsel dizgenin genel işlevsel bozukluğudur, dolayısıyla ancak işlevsel bakış açısı içinde kavranabilir. Oysa, bugünkü hekimlikle dirimbilim asal olarak devinimci, fiziksel-kimyasal bir yönelişleri vardır.Onlar hastalığın nedenlerini tek başına ele alınan hücrede, tek başlarına ele alınan ölü örgenlerde, tek başlarına ele alınan kimyasal maddelerde aramaktadırlar. Her türlü bölümsel işlevi belirleyen tümel işlevi hesaba katmamaktadırlar. Bu bilimlerce cinsel işleve hala üvey evlat gözüyle bakılmaktadır.

Oysa, bir radyo alıcısının işleyişi lambaların yapımında kullanılan camın ya da maddenin kimyasal bileşimiyle açıklanamaz; söz konusu işleyişi, cam yada madeni oluşturan ana maddelerin somut betimlenmesinden çıkaramayız. Aynı biçimde, kanserin dirimsel bozukluğa yol açan işlevini de kanserli hücrelerin biçimlerini ve boyalara gösterdikleri tepkileri ya da sağlıklı doku hücrelerine göre konumlarını betimleyerek açıklayamayız.

Canlı proteinlerin kimyasal bileşimi, ne denli karmaşık ve ince olursa olsun, bize canlının yürek atışlarının doğal yapısını açıklayamaz (Kanser, sy: 259-260).

12.7. Kanserli Urun Dalağın Üstlendiği Kimi İşlevleri Üstlenmesi

Kanserli hücre ve dalak arasında şöyle ilginç bir bağıntının varlığına değinmektedir Reich:

Doğal yapısı düzgün bir farenin dalağı alınınca ciddi bir kansızlık (Lauda hastalığı) baş göstermektedir: oysa kanserli bir farenin dalağı alınırsa, kansızlık ortaya çıkmamaktadır. Buna karşılık urlar eriyip gittiğinde, yine kansızlık görülmektedir. Demek ki ur, dalağın kimi niteliklerini taşıyabilmektedir. Çok garip bir görüngüdür bu, ancak garip de olsa, bir kez daha dikkatimizi ana ve alyuvarlara çekmektedir(W. Reich, Kanser, sy 267).

1940’larda dalağın işlevi konusunda pek fazla bir şey bilinmezken günümüzde ise dalağın akyuvar ve alyuvar üretimi, alyuvarların yıkımı ve kan depolanması ile ilgili işlevler üstlendiği bilinmektedir. Birçok hastalık esnasında dalak şişerek büyümektedir. Bu görüngü aslında kanserli kişilerdeki kan denkleminin bozukluğu ile kanser arasındaki ilişkiye ciddi bir şekilde dikkat çekmektedir.

12.8. Kanserli Ur Özünde Artan Işınetkinlik

Daha önce mikroskop altında biyonların düşük enerji düzeyli, ayrışma ürünleri olan T basillerini hareketsiz hale getirip etkisizleştirdiklerine değinmiştik. Ayrıca içlerindeki mavi ışığın ve parlaklarının ne kadar yoğun ve fazlaysa daha iyi atımsal hareketlerle titreştiklerini ve çeşitli hareketleri gerçekleştirdiklerini söylemiştik.Daha da önemlisi bu normal ışık mikroskobu altında gözlenen bu özelliklerinin ne kadar fazla ise T basilleri ve çürütücü bakteriler üzerinde o kadar iyi etki gösterdiklerine de değinmiştik.

Biyonlar bu etkiyi T basillerine tam olarak değmeden belli bir mesafeden gerçekleştirmekteydiler, daha sonra yüzeylerinde toplamaktaydılar.Reich, Gurwitsch’in ur özünde gittikçe artan bir ışın yayılımı saptadığına değinir. Işın yayılımının işlevi,kasılıp kalmış hücre protoplazmasının yerine getiremediği işlevleri, çekirdeğin enerji keseciklerine(biyonlara) ayrışarak, vücudun eksik kalan açıklarını kapatmak üzere değişime uğramasıdır. Klenitzky, döl yatağı urunda çekirdekteki iplik üreten (mitogenetique) ışımanın elle tutulur ölçüde arttığını bulgulamıştır.Kasılmış, zehirlenme tehlikesi geçiren veya diğer anlamıyla boşalma güçsüzlüğü çeken hücre plazması dolayısıyla çekirdekler, hastalanan vücudun savunma işlevini başka bir şekilde yerine getirmeye çalışmaktadırlar.

12.9. Kanserli Dokularda Gözlenen Asitlik Artışı

Kimyasal çözümleme bize kanserli dokularda aşırı derecede süt asidiyle karbonik asidi, yani tam anlamıyla bir havasız kalıp zehirlenmenin var olduğunu göstermiştir.…Toplar damar kanı bu konuda atardamar kanından daha etkili çıkmıştır: kanserli dokularda hep hücreleri zehirleyici bir enerji yapım-yıkımı, bir karbondioksit fazlalığı gözlenmektedir…(Kanser, sy: 238 ve 268)

12.10. Kanserli Hücrenin Evrimi

1937-1941 yılları arasında T basili ve PA kabarcığı(biyon) aşılanarak kansere yakalattırılmış fareler üzerinde yapılan deneylere dayanarak kanserli hücrenin evrim aşamaları tanımlanmıştır. Deneylerde kullanılan T basilleri şu kaynaklardan elde edilmiştir:

Bağ doku ve örtü doku urlarından, kanserli kandan, katran verildikten sonra ölmüş fare yüreği kanından, yozlaştırma yoluyla sağlıklı insanların kanından, bakımevinde gözden geçirilmeleri olumsuz sonuç vermiş kanserli oldukları düşünülen kişilerin kanından, yozlaşmış yaşam enerjisi kabarcıklarından ( biyonlardan ), bluko urundan ölmüş fare yüreğinden alınmış kandan ve kanser yaratılmış farelerin atardamar kanından alınıp çoğaltılmış T basilleri kullanılmıştır.
T basilleri aşılanmış farelerde gözlenen olgular şunlar olmuştur: aşılamadan birkaç saat sonra devinimler yavaşlamış, vücut iki büklüm olmuş, fare ayaklarını sürümeye başlamış ve iştahı kesilmiştir. Bazı yerlerde irinli şişler oluşmuş ve göze perde inmiştir.

Fareler eğer sekiz günde ölmemişse yeniden sağlıklarına kavuşmuş ve aşılamadan iki buçuk ay sonra, vücutta genellikle yeni bir kasılma boy göstermiştir. Bu hastalık belirtilerinin tekrar etmesi, yani genel dirimsel körelmeye giden süreç olmuştur. Kaçınılmaz son gelene dek vücut giderek küçülmüştür. Hastalığın çeşitli evrelerinde kesilip bakılan fareler bütün organlarda, kanda T basillerine rastlanmış, kaygan kaslı örtü dokularında köreltici ve öldürücü süreçlere, kanserli kan bileşimine, zayıf düşmüş alyuvarlara, pörsümüş zarlara, hücreleri, hücre çekirdekleri ve dilimcikleri körelmiş karaciğerde şişmelere, böbrek yumakçıklarında T basili birikimine ve böbreğin örtü dokusunda körelmelere rastlanmıştır.

Şu olgu da pek çok dikkat çekicidir: fare ne kadar uzun süre yaşamışsa çeşitli organlarında iğ ve çomak biçiminde devingen hücrelere, çene altı, sidik torbası ve böbreklerde amibe benzer hücrelere rastlanmıştır.Bu amibimsi hücreler iyice gelişmiş kanser durumunun bir belirtisidirler. Bağırsaklarında sümüksü maddelerinde polipler ve bunların geliştikleri yerlerde körelmeler gözlenmiştir. Erkeklerin yumurtalıklarında biçimleri amibi andıran kanserli hücreciklere rastlanmıştır.Bu deneylerin temel amacı sağlıklı ya da diğer başka bir hastalığa yakalanmış farelerde hiç gözlenmeyen çomak ve iğ biçimindeki kamçı kuyruklu hücrelerin gelişme aşamasını belirlemek olmuştur. 3000-4000’lik bir büyütme bu yapıların özgünlüklerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ancak bu büyütmede başka türlü hücrelerle karıştırılmaları tehlikesi uzaktır.

12.10.1. Kanserin Birinci Evresi(Ca I): Keseciklere Ayrışma Evresi

T basili enjekte etmenin sağlıklı hücreler üzerindeki ilk etkileri hücrelerin şişip T basilleri oluşturması ve hızla keseciklere (PA kabarcıklarına, biyonlara) ayrışmasıdır.

12.10.2. Kanserin İkinci Evresi(Ca II): Yangı(İltihap) Evresi

Kesecikli (biyonlu) yapılar değişime uğrar. Bu evre şiddetli yangı evresidir. Vücut T basillerinin yıpratıcı etkilerine karşı bilinen yöntemleriyle karşı koyarlar: kan basımı artar, örselenen yere akyuvarlar toplanır ve tanecikli dokular oluşur. Bu etkiler vücudun herhangi bir yerinde toplanabilir ya da tüm vücuda yayılarak etki gösterebilir.

T basillerinin aşılandığı yerden başlayıp kan ya da lenf damarları boyunca yayılan ve vücudun derinlerine ulaşan esmer, kızıl-esmer renginde tanecikli dokular oluşur. Bu tür iltihaplı çoğalmalar genellikle salgı bezlerine hücum ederler. Mikroskobik inceleme kanserli hücre değil, sıradan iltihaplı durumları ortaya koyar.

12.10.3. Kanserin Üçüncü Evresi(Ca III): Olgunlaşma Evresi

Bu evre iğ ve balyoz biçimindeki hücrelerden oluşan yangılı, süreğen çoğalmaların ortaya çıkması ile karakterizedir. Bu süreç sağlıklı ya da yalnızca iltihaplı dokularda görülmez. Kesecikler iğ ve çomak biçimini alır ve yangılı bölgeleri çeviren dokuları keseciklere ayrıştırır. Mikroskopla bakıldığında esmerimsi, sınırları kesinlikle belirli olmayan kesecikli ( biyonlu ) dokunun yavaş ,yavaş beyaza çalan külrengi sert çizgilere dönüştüğü görülür. Bunların bir bölümü yangılı bölgeye bitişik yeni oluşmuş dokulardır. Sağlıklı dokulardan içlerinde her türlü hücrenin bol, bol bulunuşuyla ayrılırlar. Akyuvarlar git gide seyrekleşir ve yeni bir takım balyoza benzeme eğiliminde hücrelerin oluştuğu görülür. Bu evrenin tanınabilmesi için dokuların boyanmadan canlı olarak incelenmesi gerekir. Dokunun boyanması bu süreçlerin gözlenmesine izin vermez.Herhangi bir nedenle ( T basili aşılamaksızın veya sürecin kanserle ilgili olduğu sanılmaksızın ) oluşmuş bir iltihabi süreç, eğer yeterince uzun süre tutulabilir veya sürdürülebilirse de, bu evrenin oluştuğu görülebilir

Şu ana kadar anlatıldığı gibi kanser hücrelerinin oluşumundan tamamen T basilleri sorumludurlar. Fakat bunların varlığı kanser öncesi evreye dayanmakta ve dokuların yozlaşmaları ile ortaya çıkmaktadırlar. Saf T basili aşılanarak kanser yaratılabilmektedir. Fakat kanserli hücreler tamamen olgunlaştıktan sonra artık T basillerinden bağımsız bir özerk yapıya bürünmektedirler. Yani artık T basillerinin varlığına ihtiyaç duymadan çoğalabilmekte ve ur oluşturabilmektedirler. Olgunluk evresinden sonra kanserli ur çevresindeki sağlıklı dokuları keseciklere ayırma yönünde uyarmakta ve onları kendileri gibi kanserli doku oluşumuna doğru itmektedir. Bu mekanizma onların özerk evredeki yayılma şekilleridir.

12.10.4. Kanserin Dördüncü Evresi( Ca IV): Olgunluk Evresi

Dördüncü evrenin başlıca özelliği etkin amibimsi hücrelerin belirmesidir. Bu hücreler iğ biçimindeki yapıların evrimimin son aşamasıdır. Eğer vücut Ca II ve Ca III evrelerinde can vermezse oluşan hücreler amibimsi bir yapı ve devinim özelliği kazanırlar. Bunun için canlı ölmeden ayakta kalmalıdır. Devingenlikleri sınırlı iğ biçimindeki ve yuvarlak hücreler, hızlı devinimlerinden ötürü büyük zararlar veren amipler kadar yıkıcı değildir

12.10.5. Kanserin Beşinci Evresi(Ca V): Ayrışma Evresi

Bu evre kanserli urun son evresi, yani çürüyüp kokuşarak ayrışma evresidir. Bu son evrede kanser yavaş, yavaş bütün vücuda yayılır. Ur erimeye ve T basillerine ve çürütücü bakterilere ayrışarak vücuda yayılmaya başlar. Kanser hastaları bu evreye kadar herhangi bir şekilde ölmemişlerse ve vücut canlığını sürdürmüşse,genel dirimsel körelme urun da ayrışmasıyla tüm vücudu zehirler.

Genelde kanser hastalarının ölüm nedenleri kanserli hücre veya ur oluşumu nedeniyle değil, genel körelmenin ve vücut canlılığının düşmesini nurun da ayrışmaya neden olmasıyla gerçekleşir. Bu ölüme T basili zehirlenmesi de diyebiliriz.

12.11. Kanserli Hücre Vücudun Kendi Kendisini Savunmasının Bir Sonucu

T basili ve biyonlar arasında mikroskop altında kolayca gözlenebilen şu olgudan bahsetmiştik. PA adını verdiğimiz bu biyonlar gerek dokuların ayrışması sonucu direk gelsinler, gerek topraktan izole edilsinler gerekse de demir tozu, kömür veya kumun akkor haline getirilerek besi ortamından şişirilmeleri ile elde edilsinler T basilleri üzerindeki etkileri hep aynıdır. Onları hareketsiz hale getirip, kıpırtısızlaştırmakta ve son olarak bir araya toplamaktadırlar. Bu işlev T basillerinin varlıklarına karşıt bir işlevdir. Onları yok etmek için mücadele ederler.

T basili aşılanması sağlıklı dokular üzerinde ilk önce keseciklere ayrıştırıcı, yani biyonlara dönüştürücü bir etkide bulunur. Bu şekilde hem dokuları dağıtmakta hem de kendisine karşıt bir güç odağı oluşturmaktadır.Bu güç odakları yavaş ,yavaş T basillerine karşı örgütlenmekte, yeni bir hücresel yapı ve daha da ileride birtümör oluşturmaktadır. Bu oluşan yapılar T basillerine karşı oluşmuşlardır. Tümörlü bir dokunun ayrışmas ıise bize kolayca T basillerini vermektedir. Bu olgu ise kanserli hücrenin T basillerine karşı vücut tarafından oluşturulmuş bir savunma mekanizması olduğunu doğrular niteliktedir.

T basili aşılandığı vakit keseciklere ayrışmanın ardından iltihaplı bir savunma ile cevap vermekte, eğer üstesinden gelemez ise dokular yavaş ,yavaş yukarıda açıkladığımız gibi kanserli hücre yönünde değişim geçirmektedir. Vücudun genel körelmesi daha da ilerlediğinde kanserli hücre ve urlar da işlevlerini kaybetmekte ve kendilerine karşıt bir güç olarak oluştuklarına T basillerine ayrışmakta ve vücudu zehirlemektedirler. Vücudun ur oluşturamayacak kadar zayıf düşmüş ve çökmüşse, son evrede urun da ayrışmasıyla vücudu büyük bir T basili zehirlemesiyle öldürmektedir.Peki T basili oluşumu bütün dokuların genel yozlaşma ve ayrışmaları ile oluşuyorsa, neden sağlıklı kişilerde de kanserli ur oluşmamaktadır?

Sağlıklı insanlarda da T basilleri oluşmakta, fakat T basillerinin oluşturduğu tepkinin üstesinden gelme yeteneğiyle onlardan ayrılmaktadırlar. Dirimsel güçleri ve hastalığı yenme yetenekleri fazla olduğu için vücudun diğer dokuları ayrıştırarak T basillerine tepki göstermesine gerek kalmamakta, bu sorunu vücudun sağlıklı mekanizmaları ile çözüme ulaştırmaktadır. Vücudun genel körelmesi ve enerji düşüşü ilerlerse, işte o vakit vücudun sağlıklı dokularından bir miktar pay, bu tehlikeyi atlatmak amacıyla ayrılmaktadır. Sağlıklı dokular ilkin keseciklere ayrışmakta; tehlike uzun sürerse yangılı(iltihaplı) bir tepki göstermekte; daha da ilerlerse kanserli hücreye dönüşmekte ve giderek ur oluşturma yönünde değişime uğramaktadır. Reich sağlıklı insanlarda görülen şu görüngüden bahseder:

Sağlıklı kişilerin kanında da çoğu kez gelip bunlara eklenmiş T basilleriyle çevrili PA kümeciklerinden başka bir şey olmayan plastositlere (ufacık taneciklere) rastlanır. Kimi zaman T cisimcikleriyle dolu akyuvarlara da rastlanır. PAkabarcıklarının T basillerine gösterdikleri tepki, <<B Tepkisi>> en sağlıklı vücutlarda bile her an her yerde sürüp gitmektedir. PA kabarcıklarının acunsal yaşam enerjisi yükleri ne kadar zayıfsa, T basillerini etkisiz hale getirebilmek için o kadar çok mavi kabarcık gerekir. Daha ileri evredeki dirimsel yapılar, tek hücreli canlılarsa işte bu mavi PA kabarcıklarından oluşurlar ve bunlar arasında kanser hücreleri de vardır.

Bu durumda kanser hücrelerinin sayısız PA kabarcığının, yani T basillerinin yerel zehirlenmelerine karşı koymak üzere kan hücreleriyle doku hücrelerinden oluşmuş mavi kabarcıkların ürünü olduklarını anlıyoruz(W. Reich, Kanser, sy: 299).

12.12. Katranlı Maddelerin Kansere Neden Olmaları

T basillerinin kansere nasıl neden olduklarını ve kanserin geçirdiği evrim süreçlerine değindik. Katranlı maddelerin ise kansere neden oldukları bilinen bir olgudur. Peki, katranlı maddeler nasıl oluşmakta da kansere neden olmaktadırlar?
Daha önce kömür kökenli biyon tüpleri üretildiği vakit kendiliğinden ortamda T basillerine oluştuklarına değinmiştik. Bu biyonları sağlıklı bir fareye aşıladığımız vakit kanserli hücrelerin oluşmasına neden olmaktadırlar. Fakat diğer biyonların – mesela SAPA biyonlar veya toprak kökenli diğer biyonlar – böyle bir şeye neden olmamaktadırlar. Aynı zamanda bu tüplerde kendiliğinden T basili gözlemlerine de rastlanamamaktadır. Yüksek sıcaklıklara dek ısıtılmış katranlı maddelerle kanser oluşturma denemelerinin iç mantığı bu şekilde açıklanabilmektedir. Görünen o ki ısıtılarak akkor ve kömür haline getirilmiş tüm organik maddeler besin ortamı ile temasa geçince kendiliğinden T basilleri oluşturmaktadırlar.( Tütün Kullanımı )
Bu olgu malzemeleri ne kadar steril edersek edelim kendisini göstermektedir. Gerek ısıtılmış katranlı maddelerin farelerle temas ettirilmesi yöntemiyle, gerekse de akkor haline getirilmiş kömürün kökenli biyonların sağlıklı farelere enjekte edilmeleriyle kanserli farelerin vücutlarında T basillerine rastlanabilmiştir. Demek ki T basili adını verdiğimiz yapılarla düşük enerji düzeyli organik maddeler arasında belli bir ilinti bulunmaktadır: kömür, organik maddelerin yanmaları sonucu oluşan en son üründür.Doğal olarak kansere yakalanmış insanların kan hücrelerinin ve diğer dokularının düşük enerji düzeyleri dolayısıyla çabucak ayrışmaları ve T basili oluşturmaları onların düşük enerji düzeyli hidrojen karbürlerle olan bağını güçlendirmektedir.
Dirimsel enerji alanını ölçmeye yarayan aletin kanserliler üzerinde – diğer insanlarla kıyaslandığında – daha düşük bir enerji alanı varlığını ortaya koyması ve kanser hastalarının kliniklerde daima gözlenen enerji patlamalarına meyilli olmayışları, içe dönük, geri çekilmiş bir kişilik ve bedensel yapıda olmaları da bu olguyu desteklemektedir. T basilleri dışarıdan kontaminasyon yoluyla gelmemekte, enerjisi düşmüş organik maddelerden kendiliğinden türemektedirler. İçinde herhangi bir tek hücreli yahut bakteri bulunan bir deney tüpünün dışarıyla bağlantısını keserek, yozlaşmaları ve ayrışmaları için yeteri kadar süre bekletildiğinde de ortamda T basilli yapıları oluşturulabilmektedir.

  1. ORGONOMİ VE SAĞLIK

Kanser hastalığının, eğer vücut bu evreye gelene kadar herhangi bir şekilde can vermemişse, genel körelmenin son evresi, yani çürüyüp, bedensel yozlaşma ve bir ayrışma evresi olduğundan bahsettik. Tüm gerilemelerin temelinde, << kişiliksel boyun eğme >> yarattığı kronik kas kasılmaları ve solunum kitlenmelerinin olduğunu söyledik.

Bunun ise vücudun bir bütün olarak serbest bir şekilde devinimini engellediğinden, biyolojik ritmini kösteklediğinden, bu nedenle bedenin birliğini yitirdiğinden, bununsa ilk aşamada ruhsal alanda ruh çöküntüsü, ruhsal parçalanma ve çeşitli sinir ve akıl hastalıklarıyla at başı gittiğinden de bahsettik.

Son aşamada ise hem iç solunumu hem de dış solunumu engellenmesinin yılları kapsayan bir süreç içerisinde kan dizgesi başta olmak üzere dokuların yozlaşmasıyla sonuçlandığına vardık. Vücut bu evreye varana dek, şüphesiz ki birçok hastalık geçirecek, aşama ,aşama yavaş bir ölüm sürecinden geçecektir. Şimdi ise yavaş yavaş gerçekleşen bu genel dirimsel körelme ile sağlıklı insanlar arasındaki temel farklılıkları sistemli bir şekilde ele alalım. “ Sağlık nedir ” sorusuna, orgonominin verdiği cevaplar:

B Tepkisi(Yaşam Tepkisi) -T Tepkisi(Ölüm Tepkisi)

  1. Bir bütün olarak vücut

Dik duruş, kasılma yok, güçlülük duygusu, haz alma yeteneği. Kambur duruş, ya peltelik, aşırıgerginlik. Kasılmalar, titremeler,güçsüzlük duygusu, haz alamama,zevkten korkma.

  1. Deri

Sıcak, suyu yerinde, şişkin, pembe ya da yağız, sıcak ter.Soğuk, nemli, sert, mavimsi solgun, donuk renkli, hatta kurşunimsi.

  1. Kaslar

Gevşek, gerilip gevşeyebilir nitelikte. Kas zırhı yok, sağlıklı bir sağınma, peklik yok, mayasıl yok. Ya iyice gergin, ya pelte gibi zayıf,iç yağıyla dolmaya yatkın, çenede,alında, boyunda, yaklaştırıcı kaslarda, kalçalarda, sırtta kas zırhı.

  1. Kan

B(yaşam) tepkisi: basınç odasında mikroptan arıtıldıktan sonra iyice şişen, yürek gibi küt küt atan,kenarları geniş ve güçlü bir mavi yaşam enerjisiyle çevrili alyuvarlar, sodyum klorür eriyiğinde yavaş ,yavaş biyonlara ayrışma, T basilleri üretmeme. T(ölüm) tepkisi: Basınç odasında mikroptan arıtılınca küt atmayan, küçük ve büzüşmüş alyuvarlar, T çomakçıkları, ince ve zayıf bir dirimsel enerji çemberi,hızla biyonlara ayrışma, bir tüpte çoğaltılabilen T basilleri,stafilokoklar, streptokoklar.

  1. Gözler

Parlak (ışıklı uyaranlara müthiş duyarlı gözbebeği). Gözler ne fırlak, ne gömük.Ölgün <<dalgın>> tepkisiz göz bebeği, vb. Göz bebeği büyümesi,gözler fırlak ya da gömük.

  1. Kalp-damar Dizgesi

Olağan atardamar basıncı, dingin ve güçlü yürek atışı Ya çok hızlı, ya çok yavaş,düzensiz, değişken yürek atışı;hızlı ve zayıf nabız; atardamar basıncı ya çok yüksek, ya çok düşük.

  1. Dokular(Örtü doku hücreleri, parça alımı)

Doku aralarında sıvı toplanmadan beliren şişkinlik, potasyum klorür eriyiğinde mavi biyonlar oluşmayışı. Zayıf buruşuk şişkinlik, kabarcıklı yapı, potasyum klorür eriyiğinde hızla ayrışma.

  1. Solunum

Havanın bütünüyle verilmesi,soluk almadan önce kısa bir bekleyiş, göğsün özgürce inip kalkması, her soluk verişte üreme organlarında haz duygusu. Zayıf soluk verme, soluk almanın yarıda kesilmesi, köstekli içe çekiş, soluk alırken duraklama,göğüs kafesini hep sıkıntılı duruşu, soluk verirken haz duygusunun olmayışı.

  1. Bedensel boşalma

Düzenli, vücutta çırpınmalar,eksiksiz, cinsel durgunluğa rastlanmaz. Ya hiç yok, ya da bozuk; sürüp giden cinsel durgunluk.

  1. Yüz anlatımı

Canlı, değişken.Maske gibi kaskatı

  1. Vücut çevresinde dirimsel enerji alanı

Geniş, esnek.Dar ya da yok.

  1. KANSERİN SAĞALTIMI VE İYİLEŞTİRME DENEMELERİ

Kanserli fare grubu denemesinde sadece orgon akümülatörleri ile sağaltıma alınmış ve hiçbir işlem uygulanmayan denetim grubu kanserli fareler ile karşılaştırılıştır. Bu denemelerde iki tür biyon türü kullanılmıştır: kum kökenli SAPA biyonlar ve toprak kökenli biyonlar. Bu deney sonuçlarında toplam 101farenin ortalama ömürleri yer almaktadır. Ortalama ömür bütün farelerin yaşadıkları hafta sayısının toplam fare sayısına bölünmesiyle elde edilmiştir.

Kan yoluyla biyon enjekte edilen toplam 101 farenin ortalama ömrü 9,1 hafta olarak bulunmuştur. Bu gruptan en uzun ömre sahip olan fare ise en fazla 28 hafta yaşayabilmiştir. Deneteme grubundaki 27 farenin ise ortalama ömrü ise 3,9 haftadır. En fazla ömre sahip olanları ise 11 hafta olarak yaşabilmiştir. Bu oran biyon enjekte edilen farelerin denetleme grubundaki farelerin işlem uygulanmayan farelerden yaklaşık 2,5 kat daha fazla yaşadıklarını göstermektedir. Aslında bu oran biraz daha yüksek tutulmalıdır, çünkü 101 farenin 47’si kesilip bakılmak üzere yapay olarak öldürülmüştür. Gene de bu oran farelerin ortalama ömrünü dörtte bir oranında arttırdığını göstermektedir. Yaşama oranındaki bu artışı ortalama 60 yıl kabul edebileceğimiz bir insan ömrüne uyarlarsak, 15 yıllık bir ömür artışının gerçekleşebileceği sonucuna varırız.

Bu düşünce aslında o kadar da azımsanabilecek bir varsayım değildir, çünkü kütle olarak ele aldığımızda insandaki ur faredeki urdan daha önemsizdir.Diğer yandan orgon akümülatörüne alınan kanserli farelerde ise ortalama ömür, biyon aşılanmasıyla elde edilenden daha fazladır: 11,1 hafta olarak bulunmuştur.
En fazla ömre sahip fare ise 38 haftadır. Biyon enjekte edilen farelerde ise bu süre 28 hafta idi. Akümülatör uygulaması ise farelerin toplam ömrüne oran olarak üçte birlik bir artışla kendini göstermiştir. İnsan ömrüne uyarlarsa ise bu süre yaklaşık 20 yıldır.

Bu ise hiç de azımsanmayacak bir süredir.Başlangıçta biyonların dolaysız olarak vücuda güç sağladığı sanılıyordu. Fakat daha sonra bunun alyuvarlara destek sağlayarak ve onları güçlendirerek dolaylı yollardan etkide bulundukları bulgulandı. Bu görüngü mikroskop altında da doğrulanabiliyordu.(W. Reich, Kanser, 1948).

Ancak biyon aşılanmaları yoluyla kanseri iyileştirebilme çalışmaları insanlar üzerinde denenebilecek kadar ilerletilmemiştir. Bir tek deneme gerçekleştirilmiştir ve başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bunu 1940 ve 50’lilerde koşulların varlığıyla birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Günümüzdeki teknoloji ve bilgi ile belki çok daha iyi sonuçlar elde edilebilir.

  1. SAĞALTIM ÖYKÜLERİ

Aşağıda yer alan sağaltım öyküleri Dr. W. Reich’ın “ Kanser ” isimli kitabından alınmışladır.

Yaşanmış bir Öykü M.F. olayı: bizi görmeye geldiğinde kafatasında ve kol kemiklerinde bir sürü ur taşıyan, elli yedi yaşında dul bir hanım.Önüne geçilmez bir dindarlığı vardı, karın kasları alabildiğine gergindi, kendine eziyet edercesine alabildiğine yakınmaya bayılıyordu.
On beş yıl önce urdan ötürü döl yatağı alınmıştı. İki yıl önce ensesinde, kafatasında ve belinde ağrılar belirmişti. Kötü uyuyor iştahsızlık çekiyordu. Sancılarının ne ölçüde karın kaslarının kasılmasından, ne ölçüde kanserden geldiğini kestirmek güçtü.
Ancak başka birinin yardımıyla yürüyebiliyordu, derisi donuk ve nemliydi, elleri ayakları durmadan terliyordu… Kanındaki alyuvar oranı %33’tü; bütün kan sayımları kanserin varlığını ortaya koyuyordu: T basilleri alabildiğine çoğalmıştı, basınç odasında mikroptan arıtıldıktan sonra T tepkisi görülüyordu,tuzlu suya koyunca alyuvarlar hızla büzüşüyordu. Kafatasındaki urlar sertti, ele geliyordu. Kanser tanısı <<Memorial Hospital>> tarafından doğrulanmıştı.
8 hafta, hastayı her gün dirimsel sağaltımdan geçirdik. Üçüncü gün kanındaki alyuvar oranı %41’e, altıncı gün %55’e, sekizinci gün %85’e çıktı. Alyuvar oranı bir ay bu düzeyde kaldı sonra %78’e düştü ve yaklaşık olarak bu seviyede kaldı. T tepkisi aşağı yukarı üç hafta olumluydu.
Bir ay sonra kanında hiç T basili kalmamıştı. Alyuvarların başlangıçta %100 olan T basillerine ayrışma tepkisi, 7 hafta sonra %35’3 düşmüştü. Kafatasında ele gelen urlar açıkça küçülüp yumuşuyordu. Burunda kanama baş gösterdi. Kanın rengi esmerdi ve içinde öldürücü urlara ait bileşenler vardı. Sancılar hafifledi, hastanın uykusu ve iştahı azıcık yerine geldi. Orgon akümülatörünün değerini anlamaya başlamıştı.
He rgün onca yolun yorgunluğunu çekmemek için evinde de böyle bir aygıt bulundurmak istediğini söyledi. Orgon akümülatörünün insanlar üzerindeki uygulaması konusunda yeterince deneyimim olmadığı için bu arzusunu yerine getiremedim. İki ay sonra hastanın kalçalarında, yaklaştırıcı kaslarında gerilmeler belirdi. Akümülatörden çekinmeye başlamıştı,ilkin bu hoşnutsuzluğu pek iyi anlayamadım. Aşağı yukarı aynı günlerde, daha önce andığım kanserli kadın, orgon ışınlanmasına cinsel durgunlukla tepki gösterdi. Dolayısıyla akümülatörün ikinci hastayı da cinsel enerjiyle doldurduğunu saymaya hakkım vardı;

Butlarındaki derin yaklaştırıcı kaslardaki gerilme böyle açıklanabiliyordu. Karın ağrıları arttı. Kanserden ötürü acı çekmiyor ama herkesle dalaşıyordu. Yakınları ona dayanamayınca düşkün evlerine aktarıldı. Dirimsel enerjiyle sağaltım yarıda kesildi. Çekilen filmler kol ve kafadaki urların açıkça kötüleştiklerini,ayrıca kireçlenme başladıklarını gösterdi.
Kansere karşı verilecek savaş sinir hastalığından ötürü karışıklaşıyordu. Hasta gözle görülür birkaç aylık iyileşmeden sonra öldü.Ömrü birkaç ay uzatılmış, acıları dindirilmişti. Bu hasta aynı zamanda tam bir coşkusal boyun eğme izlenimi vermişti. Yeğeni bir gün bana: <<Yaşamasını gerektirecek hiç bir şey yok>> diye itirafta bulundu. İnsan <<yaşama güdüsü>> hiçbir zaman bütünüyle çalışmadığı ve ömrü neşesiz geçtiği için hastanın yaşama dizgesini kendi haline bıraktığını düşünmekten kendini alamıyordu.

  1. KAYNAKLAR
  • Reich W. Kanser(Cancer Biopaty), 1948.
  • Reich W. Bedensel Boşalmanın İşlevi, 1947.
  • Reich W. Kişilik Çözümlemesi, 1948.
  • Vecchietti A. Kanser Hücresi, www.cellulacancerosa.it
  • M. Herstkowitz, Psikiyatrik Orgon Terapiye Giriş: Duygusal Zırhlanma.
  • Natural Energy Works, Orgon Biyofizik Araştırma Laboratuarı, www.orgonelab.com
  • Prof. Ignacio Ochoa P. (Neurobiologist),

SAPA Biyonların Mikroskobik ve Ultrayapısalİncelemesi,

2000-2001, www.orgone.org

  • Orgon Enerji Akümülatörleri ve Orgon Enerji Yüklemeleri, www.orgonics.com
  • Demeo J. Heretic’s Notebook, Pulse of the Planet #5, 2002.
  • Demeo J. Orgon Akümülatör El Kitabı.
  • Müschenich S. ve Gebauer R. Almanya, 1989.
  • Raknes O. Wilhem Reich ve Orgonomi.
  • Reich W. İnsanın Doğadaki Yeri, 1951.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder